Tarihsel süreç içerisinde çeşitli nedenlerden ötürü her zaman için önemli bir konumda yer alarak gündemdeki yerini korumuş olan Orta Asya, özellikle Sovyetler Birliği’nin (SSCB) 1991 yılında yıkılıp tarihe karışmasının ardından dünya konjonktüründe yaşanan gelişmeler ile birlikte çok daha önemli bir konuma yükselmiştir. 1991 yılının Orta Asya için önemli bir milat olması, bölgenin, bu tarihten itibaren ‘‘büyük güçler’’in rekabet alanı haline gelmesi ile açıklanabilir. Bu rekabetin aktörleri olarak büyük güçler şeklinde nitelendirilen ülkelerin başında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Rusya gelmektedir. Bu büyük güçleri, İran, Çin, Hindistan, Pakistan ve Türkiye takip etmektedir. Bu listede son zamanlara kadar eksik olan bir başka büyük güç, Avrupa Birliği (AB) de yaşanan son gelişmeler ile birlikte Orta Asya’daki rekabete daha etkin bir şekilde katılmak üzere hazırlanmaya başlamıştır.

Dünya ekonomisinin gelişiminin ana yönlerine ilişkin analizlerden anlaşılacağı üzere, 21. yüzyılın önemli finans, mal ve bilgi akışı ABD-Avrupa-Asya üçgeni üzerinde yoğunlaşacaktır. Genelde Avrupa’nın ve özelde AB’nin ekonomik alan temelinde küresel bir güç olarak diğer bölgelerle rekabet edebilmek için giriştiği mücadelenin ana güzergâhlarından birisi olan Orta Asya, bölgeye yönelik kısa-orta ve uzun vadeli planlamaları beraberinde getirmekte, bölgeye özel stratejik politikalar geliştirmeyi mecbur kılmaktadır. Bu anlamda öncelikle genel olarak AB’nin Orta Asya bölgesine yönelik politikaları ardından da bu politikalar özelinde Türkiye’nin önemine değinilecektir.

Genel Olarak Avrupa Birliği’nin Orta Asya Politikaları

Özünde çıkar tanımlamaları büyük oranda paralellik göstermelerine rağmen Orta Asya Cumhuriyetleri ile ilişkilerini ABD’den bağımsız biçimde kurmaya çalışan AB, 2000’li yıllarla birlikte bölgede yeni bir ‘baş aktör’ olarak yer almaya başlamıştır. Bu doğrultuda, Rusya ve Çin’in doğal olarak var olduğu, 11 Eylül sonrasında ABD’nin de hızlı bir giriş yaptığı Orta Asya bölgesine yönelik AB politikalarının gelecek dönemde stratejik anlamda nasıl bir seyir izleyeceğinin izlerini veren ilk AB belgesi, AB’nin küresel bir güç olarak varlığını ortaya koymayı bir amaç edindiği ve bu anlamda küreselleşmenin yönetimine talip olduğu gibi birçok yeni açılımını ifade ettiği Laeken Deklarasyonu’dur. Üzerine 11 Eylül’ün gölgesinin düştüğü 14-15 Aralık 2001 tarihli Laeken Avrupa Konseyi, Nice sürecini farklı bir boyutta ama yeniden gündeme getirmesi ile dikkatleri üzerine çekmiştir. Başkanlık sonuçlarına eklediği “Avrupa Birliği’nin Geleceği Üzerine Laeken Deklarasyonu” belgesi ile Konsey, AB’yi dünyadaki dönüşüme uyarlayacak ve Avrupa yurttaşlarının gelecekteki ihtiyaçlarını karşılayacak yapısal bir çerçeve belirlemiştir. Bu çerçeve, bir Avrupa Anayasası’nın ilk adımı; Laeken Deklarasyonu da Schuman Deklarasyonu’ndan sonra Avrupa’nın ikinci doğum belgesi olmuştur. Çünkü Deklarasyon’daki ifade ediliş biçimiyle “kuruluşundan elli yıl sonra bugün AB bir yol ayrımındadır ve biri kendi sınırları içerisinde, diğeri ise sınırları ötesinde, özel ilgi gerektiren iki konu/iki meydan okuma ile karşı karşıyadır.” Deklarasyon’un kavrayışında, AB’nin içerisindeki temel sorun, Avrupa kurumlarını Avrupa yurttaşlarına yakınlaştırmaktır. AB’nin sınırları dışındaki ana sorun ise AB’nin çok çabuk dönüşüm gösteren küreselleşmiş bir ortam ile karşı karşıya kalmış olmasıdır. Laeken Deklarasyonu, içsel ve dışsal sorun alanlarını birbirinden ayırmaktadır ve gerçekte “Avrupa’nın yönetimi” ile “küreselleşmenin yönetimi” arasında bir bağlılık ilişkisi kurmuştur.

İşte, Laeken Deklarasyonu’nda ifade edildiği şekliyle AB’nin, küresel ölçekteki yeni açılımının temel sacayaklarından birisi, Orta Asya bölgesi olmuştur. AB’yi Orta Asya ile yakından ilgilenmeye zorlayan faktörler, özellikle son dönemlerde giderek daha belirginleşmiş ve AB açısından, bir dönem AB’nin ilgi alanı dışında kalan bölgeye yönelik çalışmaları hız kazanmıştır. Bu durumun en önemli göstergelerinden biri de AB’nin Haziran 2007 tarihinde kabul ettiği Orta Asya Strateji Belgesi’dir.

Orta Asya Strateji Belgesi’nde öncelikle, AB açısından bölge cumhuriyetleri ile işbirliğinin muhtemel getirileri üzerinde durulmuştur. Orta Asya Cumhuriyetleri ile insan hakları, hukukun üstünlüğü, iyi yönetim ve demokratikleşme, eğitim, iktisadi kalkınmanın, ticaretin ve yatırımın teşvik edilmesi, enerji ve ulaşım ağlarının güçlendirilmesi, çevre ve su, ortak tehdit ve zorluklarla mücadele, kültürler arası diyalog başlıkları altında ilişkilerin geliştirilmesi gerekliliğine işaret edilmiş ve bu alanlarda AB’nin öncelikleri sıralanmıştır.

Söz konusu belgede iki tür diyalog zemini öngörülmüştür. AB bir taraftan dışişleri bakanlarını belirli aralıklarla düzenli olarak bir araya getirerek bütünsel bir yaklaşımla bölgeyi ele almaya çalışmaktadır. Bu doğrultuda Orta Asya başkentleri ve Brüksel arasındaki doğrudan diyalog ortamının oluşmasında büyük pay sahibi olan Troyka toplantıları önemli rol oynamıştır. Bu kapsamda son olarak AB Troykası; Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan Dışişleri Bakanları ile 9-10 Nisan 2008 tarihleri arasında Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’ta tekrar bir araya gelmişlerdir. Diğer taraftan ülkelerin farklılıklarına, gelişmişlik düzeylerine ve kaynaklarına bakarak ikili ilişkiler bazında da bir takım özel bağlantılar kurulması amaçlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, örneğin, stratejik önemi, coğrafi konumu, büyüklüğü, sahip olduğu doğal kaynaklar itibariyle Türkmenistan ile kurulması öngörülen ilişki Kırgızistan’dan büyük oranda farklılık gösterecektir. Bu anlamda belge, söz konusu stratejinin sadece ’felsefi’ bir yaklaşım olmayacağının altını çizmiş ve belgenin AB’nin somut çıkarlarını gösterdiğini gözler önüne sermiştir.

Orta Asya Strateji Belgesi’nden hareketle AB’nin bölgeye yönelik giderek artan ilgisini üç ana başlık altında toplayabiliriz. Bunlardan birincisi söz konusu bölgenin ekonomik potansiyelidir. Bölgenin sahip olduğu doğalgaz ve petrol rezervleri AB için büyük bir önem arzetmektedir. Özellikle Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan doğalgaz krizi sonrasında enerji açısından alternatif yollar arayışına gitmek zorunda olduğunu gören AB, bu kapsamda Orta Asya’yı potansiyel bir enerji alanı olarak görmektedir. Orta Asya strateji belgesinde ifade edildiği biçimiyle AB’nin güvenli bir enerji akışını gerçekleştirmeyi başarmasına yönelik politikalar, tüm bu politikaların ana çekirdeğini oluşturmaktadır.

AB’nin bölgeye yönelik ilgisinin ikinci önemli sebebi, güvenlik ve istikrar arayışıdır ve bu politika Afganistan merkezli yürütülmektedir. Afganistan’da görev yapmakta olan Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü (ISAF) kapsamında bölgede asker bulundurmakta olan AB üyesi ülkeler, bu kapsamda uluslararası terörizm, radikal dinî faaliyetler, uyuşturucu ticareti, insan ve silah kaçakçılığı gibi tehditleri kaynağında durdurmak istemekte ve böylece hem kendi bölgeleri hem de dünya genelinde bir tehdit olmaktan çıkarmak istemektedirler. Afganistan’ın, mevcut durumu itibariyle ifade edilen sorunların ya merkezi ya da geçiş noktası olması AB açısından bu ülkenin etrafında bir güvenlik çemberi oluşturmayı gerekli kılmaktadır.

Orta Asya’ya yönelik politikalarda vurgulanan demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi değerlerin üstün kılınmasını başarmak ve Orta Asya’daki devletleri ‘‘Kopenhag Kriterleri’’ olarak adlandırılan değerler seviyesine yükseltmek için verilen uğraş sadece Orta Asya için gerekli olarak görülenler listesinde yer almamakta aynı zamanda bölgeden, bölge dışına doğru yayılacak her türlü olumsuz gelişmelerin önüne geçilmesi için elzem görülmektedir.

Üçüncü ve son önemli sebep ise AB’nin Orta Asya bölgesini, bölgede etkili olan diğer bölgesel ve küresel aktörlerle iyi bir işbirliği zemini olarak görmesi yönündeki algısıdır. Bu aktörlerin başında ABD, Rusya ve Çin gelmektedir. Özellikle Çin’in dünya çapında bir ekonomik güç olarak rekabet şartlarını yönlendirmesi, deyim yerindeyse oyunun kurallarını belirleyen role bürünmesi ABD’nin olduğu kadar AB’nin de gözünü korkutmaktadır. Hatta sadece uzak bir coğrafyadan göz korkutmanın ötesinde, Afrika gibi AB’nin arka bahçesi’ olan bölgelerde de AB’ye alternatif politikalar geliştirerek vahşi pazar kapma yarışının bir numaralı oyuncusu haline gelmesi AB’nin Çin ile rekabette farklı yollar arayışını hızlandırmış ve Orta Asya jeopolitiğini bir derece daha artırmıştır.

Yukarıda yer alan üç sebepten en önemlisi kuşkusuz enerji üzerinden politikalar konusudur ve AB’nin Orta Asya politikasındaki hareketlenmenin en önemli nedeni, enerji arz güvenliği açısından bölgenin ciddi bir alternatif olarak ortaya çıkmasıdır. Aslında bu alternatif her zaman için yer almakla birlikte gündeme gelmesi ve bu yönde politikaların geliştirilmesinin yeni olduğunu söylemek daha doğrudur. AB’nin bu politikaya yönelik hedeflerinin yer aldığı listenin başında Orta Asya cumhuriyetlerinden Avrupa pazarlarına sürdürülebilir ve güvenli bir enerji akışının sağlanması yer almaktadır. Bu çerçevede AB, enerji kaynaklarının işletilmesi için gerekli yatırımın sağlanmasını ve gelişmiş piyasalara enerji arzını kolaylaştıracak girişimlerde bulunmayı ve hükümetler bazında bu girişimleri desteklemeyi öncelikli hedefleri arasına koymuştur. Yukarıda yer verildiği gibi özellikle Ukrayna ve Rusya arasındaki problemden tecrübe edinilerek, AB ülkelerine ulaşacak ve bu ülkelerdeki mevcut sistemlere alternatif oluşturabilecek yeni boru hatlarının inşa edilmesi Brüksel’in nihai hedefi olarak gözükmektedir ve bu hedefin gerçekleştirilmesi için AB, özellikle enerji arzını coğrafi olarak çeşitlendirmek zorunda olduğu gerçeği ile yüz yüze kaldığından bu yana, Orta Asya başkentleri ile daha yakın ilişkiler geliştirmeye başlamıştır.

Orta Asya Strateji Belgesi’nde vurgulanan demokrasi ve siyasi istikrar gibi konular da özelde, AB’nin enerji arzını çeşitlendirirken öncelikli olarak siyasi istikrar ve iyi yönetim özelliği bulunan üreticileri tercih etmeye çalışmasının ana nedeni gibi gözükmektedir. Bu vurgunun temel dayanak noktası ise ekonomik açıdan büyük çapta projelerde sözleşmelere uyulması ve yatırımların garanti altına alınması meselesidir. Böylelikle Avrupa’nın enerji güvenliği açısından tehdit algılamalarının minimuma indirilmesi arzu edilmektedir. AB’yi bütünleşmeye götüren tarihi süreç ve olguları bir kenara koyarak kurumlaşma anlamında bakacak olursak, AB’nin 60 yıla yaklaşan yakın dönem tarihi, her şeyden önce ekonomik bir birlikteliğin tarihidir ve AB’nin, Orta Asya’ya yönelik politikaları da ekonomik kaygıların ön planda tutulduğu, demokrasi ve insan hakları sorunlarının ise en azından ekonomiye göre göreceli olarak ikinci planda yer aldığı politik bir açılım olarak algılanabilir. Bu ana amacın gerçekleştirilmesi için Avrupa’ya yönelen ve Doğu’dan gelen uyuşturucu, silah kaçakçılığı, radikal dinî grupların faaliyetleri gibi terör muhtevası barındıran unsurlara karşı geliştirilen politikalar ise istikrar ve güvenlik konularını beraberinde gündeme getirmektedir.

Geniş bir açıdan bakıldığında farklı yönlerdeki tüm bu politikaların aslında ortak bir amaca hizmet ettiği ve bu ortak amacın da bölge içinde ve bölgeler arasında demokratik, şeffaf, istikrarlı ve güvenli bir ortam oluşturarak, enerji transferi gibi ana konuların huzur içerisinde gerçekleştirilmesinin başarılmasıdır.

Türkiye’nin Önemi

Yukarıda sayılan tüm bu gelişmeler ışığında değerlendirildiğinde AB’nin Orta Asya politikalarında Türkiye’nin yerinin önemi gündeme gelmektedir. Öncelikle Türkiye’nin bölgedeki diğer tüm devletlerden daha ayrıcalıklı bir konumda yer aldığı söylenebilir. Türkiye’nin Avrupa ile Asya arasındaki geçiş köprüsü niteliğindeki hayati derecede öneme sahip stratejik-jeopolitik konumu, Avrupa açısından Türkiye’nin bölgedeki diğer tüm devletlerden farklı bir şekilde değerlendirilmesi sonucunu vermektedir. Özünde diğer Orta Doğu veya Orta Asya ülkelerinden farklı konumuyla Türkiye, AB’nin Orta Asya’ya açılan kapısı gibi durmaktadır. Nitekim AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Durao Barroso’nun, 10-12 Nisan tarihlerindeki Türkiye ziyaretinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’unda yaptığı konuşmada Fransa’nın eski cumhurbaşkanı De Gaule’in yaklaşık 40 küsür yıl önce Türkiye ziyaretindeki sözlerine atıfla değindiği gibi, Avrupa’nın Türkiye algısı, peşi sıra birçok küçük kapıyı açacak bir büyük ‘ana giriş kapısı’ niteliğindedir.
,
Türkiye’nin mevcut dış politikası itibariyle AB üyeliğini hedef almış olması ve süreç içerisinde gelinen nokta itibariyle AB ile Türkiye’nin giderek yakınlaşmış olması da AB’nin Orta Asya politikaları ile Türkiye’nin bölgeye yönelik politikalarını da aynı eksene oturtmuş gibi gözükmektedir. Tıpkı Balkanlara yönelik politikalarında olduğu gibi, enerji transferi açısından en az maliyete sahip, doğru ve rasyonel yol olan Balkanlarda istikrarlı ve güvenli bir ortamın sağlanmasını isteyen AB, aynı politikasını Orta Asya’ya yönelik olarak geliştirmektedir. Türkiye konumu itibariyle Orta Asya’dan Avrupa’ya enerji transferini gerçekleştirecek en kısa yol üzerinde yer almaktadır. Ayrıca sadece enerji transferi açısından değil, diğer tüm ticari ilişkilerde, özellikle karayolu taşımacılığı gibi faaliyetlerde Türkiye’nin konumu etkin bir şekilde kullanılmak istenmektedir. Avrupa-Kafkasya-Asya Ulaştırma Koridoru (TRACECA) gibi projeler özelinde dikkate alındığında Türkiye’nin konumu giderek önem kazanmaktadır. Nitekim TRACECA, Avrupa Birliği tarafından, zengin kaynaklara sahip Orta Asya cumhuriyetlerini Kafkasya üzerinden Avrupa’ya bağlamayı hedefleyen ağırlıklı olarak demiryolu olmak üzere tüm ulaşım sistemlerini kapsayan bir Doğu – Batı Koridorudur. Türkiye, üç kıtanın birleşme noktasındaki ayrıcalıklı coğrafi konumundan dolayı uluslararası taşımacılık için büyük potansiyel arz etmektedir ve TRACECA projesinin tamamlanması ile demiryolu ve karayolu bağlantıları olan limanlardaki ana nakliyat merkezleriyle Türkiye, Avrupa-Asya yük trafiğinde merkezi bir üs olarak kullanılacak. Projenin gerçekleşmesi Türkiye’ye Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile ilişkilerini geliştirme fırsatını sunacak dahası karayolu üzerinden Orta Asya ile bağlantı kurulabilecektir. Bu ise Türkiye’nin Güney Kafkasya ülkeleri ve Asya ülkeleri ile ticaret hacmini artırabilecektir. Bu durum da Avrupa ülkelerinin gözünde Türkiye’nin değerini artıracaktır. Aynı zamanda Avrupa için proje, Orta Asya devletleri yanında, Türkiye üzerinden Orta Doğu ülkelerine uzanma fırsatını da sunmaktadır. Avrupa Birliği’nin TRACECA projesinde somutlaşan Orta Asya açılımının küresel çekişme ile bağlantısı olduğu izlenimi, bu büyüklükteki küresel bir projenin çok yönlü çıkarlar ve çatışmalar barındırmakta olduğunu göstermektedir. Nitekim projenin gördüğü muazzam mali ve teknik destek her şeyi gözler önüne sermektedir. Bu tür projelerin uzun vadedeki amaçlarından birisi de enerji koridorunu mümkün kılacak atmosferin yaratılmasıdır. Türkiye’nin enerji yolu üzerindeki en önemli ülkelerden biri olması, AB ile üyelik müzakerelerini başlatmış ve üye olacak gözüyle bakılan, dolayısıyla ileriki yıllarda AB’nin sınırlarını belirleyecek ülke konumunda olması gibi gelişmelerle birlikte düşünülünce geleceğe yönelik stratejik öngörüleri daha da anlamlı kılmaktadır.

Değerlendirme

Küresel güç mücadelesinin gözde mekânlarından birisi olan Orta Asya yeni aktörlerin etkinlik arayışlarına da sahne olmaktadır. Bölgede ABD, Rusya ve Çin arasında geçen kapsamlı rekabet ve mücadeleye katılma arzusunda olduğu gözlemlenen AB de Orta Asya politikalarında önemli gelişmelere imza atmaya başlamıştır. Bölgede yaşanan gelişmelere uzun yıllar boyunca oldukça uzak kalan ve bu gelişmeleri yönlendirme kabiliyetine henüz sahip olmayan AB’nin öncelikli hedefi, Orta Asya’da küresel bir aktör olarak kabul görmektir. Orta Asya coğrafyasında yaşanan değişimin dışında kalmak istemeyen AB’nin bu yöndeki politikaları açısından en önemli gerekçesi, jeopolitik oyunun dışında kalmamaktır. Rusya, Çin, Hindistan ve İran için hayati önem taşıyan bölge, aynı zamanda ABD’nin küresel inşa politikalarının da önemli bir ayağını oluşturmaktadır.

Bu anlamda, AB’nin Orta Asya devletleri ile bir nevi danışma yoluyla oluşturmaya çalıştığı yeni stratejisinin daha “pragmatik” bir çizgide ortaya çıkması muhtemel görünmektedir. Kısa ve orta vadede sonuç verebilecek gibi görünen bu yaklaşımın, uzun vadede ne kadar etkili olacağını kestirmek ise şimdilik zor gibi gözüküyor. Fakat özellikle AB’nin lokomotif iki ülkesinden biri olan Almanya’nın AB dönem başkanlığı sırasında yaşanan gelişmeler ve ardından Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) 2010 yılı dönem başkanlığının Kazakistan’a verilmesi, gözlerin aniden AB-Orta Asya ilişkilerine çevrilmesine neden olmuştur. Yaşanan gelişmeler, AB’nin Orta Asya bölgesine olan ilgisinin önümüzdeki dönemde hızlı bir ivmeyle artacağının sinyallerini vermektedir.

AB’nin bir bütün olarak ya da üye devletlerin ikili ilişkileri düzeyinde Orta Asya bölgesinde henüz diğer bölgesel ve küresel aktörler kadar etkin olduğu iddia edilemez. Ancak Afganistan operasyonu ile birlikle işbirliğine daha açık bir bölge haline gelen Orta Asya, Birlik açısından önemli fırsatlar barındırmaktadır. Nitekim özellikle Afganistan operasyonu sonrasında yeniden şekillenen bölgede AB’nin de önemli bir aktör olma niyetinde olduğu gözlerden kaçmamaktadır. Nitekim sağlık, eğitim ve sosyal projelere AB tarafından verilen destek ile önümüzdeki dönemde bölge ile kurulması planlanan ekonomik ve siyasi işbirliğinin altyapısının oluşturulması planlanmaktadır.

AB’nin Orta Asya ile ilişkileri düzeyindeki gelişmeler açısından bakıldığında en önemli hususun, enerji meselesi olduğunun göz ardı edilmemesi gerekir. 21. yüzyılın enerji açısından kıyasıya rekabet şeklinde cereyan edeceği, bir bağımsız değişken olarak enerjinin birçok bağımlı değişken faktörü etkileyebileceği ve enerji üzerinde kontrol sağlamayı başaranın diğer alanlarda da gücü elinde barındırabileceği dikkate alındığında enerji üzerinden geliştirilen politikaların ciddiyeti diğer tüm alanlardaki politikaları gölgede bırakmaktadır. Enerji açısından bugün, Orta Asya bölgesinin Rusya, Çin ve ABD arasında yaşanan mücadelenin belirgin konularından biri haline geldiği görülmektedir. AB ise bölgeye yönelik daha etkin politikalar geliştirmek suretiyle, küresel bir güç olma yolunun Orta Asya bölgesinden de geçtiğinin bilincinde olduğunu göstermektedir.

Türkiye ise din, milliyet, coğrafi köken gibi tarihten gelen bağlarının getirdiği sorumluluk, bölgesel ve küresel güvenlikteki stratejik konumu gereği olarak bölgede ilk 5 büyük oyuncudan birisi olmak hedefindedir. Diğer büyük oyuncuların sadece güç ve menfaat temelindeki pragmatist yaklaşımlarına ters olarak Türkiye, bölgeye hem duygusal zekâ hem de matematik zekâ açısından bakmakta, güçlü ve saygın karşılıklı ilişkiler yanında, güç ve adalet temelinde ortak medeniyet değerlerinin güçlenmesinin bölgenin sosyal, askeri ve ekonomik güvenliğinin teminatı olacağını düşünmektedir.