Prof. Dr. Bedri Gencer

Yıldız Teknik Ünv. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi | Prof. Dr. Bedri GENCER

İktidar ilişkilerini kurumsallaştıran bir hayat tarzı olarak kapitalizmin dirençliliği, rakipsizliği, onun dayandığı liberal öncüllerin de evrensel geçerliliği yanılsamasını doğurmaktadır.

Liberalizm, modern çağın hâkim ideolojisi sayılabilir. Modern çağın sorgulandığı postmodern çağda modernizmin bütün öncülleri ve öğretileri gibi liberalizmin de radikal bir tarihî-felsefî sorgulamaya uğraması beklenir. Ancak keskin kopuşlarla temayüz eden modern çağda yürütülen postmodern sorgulamanın daha çok Aydınlanma eleştirisi gibi tarihî, soyut, teorik bir zeminde kaldığı, kapitalizme dayalı modern düzeni sarsabilecek somut bir işlev gösteremediği görülmektedir. Bunun sebebi, modernizm ile modernlik arasındaki asimetriden kaynaklanan liberalizm ile kapitalizm arasındaki çelişkide aranmalıdır.


İnsanlık tarihinde geleneksel düzen feodalizm, modern düzen ise kapitalizme dayalıdır. Modern çağ, kapitalist ulus-devleti çağı, liberalizm ise kapitalizmin dayandığı felsefedir. Normalde kapitalist ulus-devletinin hâkim olduğu modern çağın miadı dolduğu halde her halükârda kendini sürdürme eğiliminden dolayı kapitalizm, modern çağın aşılmasına direnç göstermekte, olabildiğince ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Aslında miadı dolan bir çağı zorla sürdürme eğilimi ise bir geçişsellik çağının olumlu sonuçlara gebe potansiyeli söylemiyle meşrûlaştırılmaktadır. Modern çağa özgü tarihî geçişsellik zihniyeti ve söylemi, kapitalizmin son yenilenme hamlesini temsil eden küreselleşmede bir kez daha görülmüştür.

Feodalizmin hâkim olduğu Ortaçağ düzeninin çözüldüğü Rönesans’tan beri neredeyse tüm devirleri geçişsellik ile tanımlayan Batılı aydınlar, Ernest Renan örneğinde olduğu gibi zamanla geçişi, değişimi bizzat bir norm, arızîyi aslî haline getirmişlerdir. Kanaatimce bu anlayışın tâ temelinde aşkınlığın yerini yücelik anlayışının alması yatar. John Milbank’ın (2004: 211) belirttiği gibi yüceliğin özünde, tedricen basamaklarını çıkacağımız bir ontik merdivenin zirvesine ilişkin eski tasavvurun zıddına biz fanî varlıkların eşiğinde gezinip duracağımız mutlak olarak bilinmez boşluk şeklindeki yeni bir aşkın anlayışı yatar. Bu bakımdan modernizm, mesiyanik terimlerle hayatın, tarihin askıya alınmasının, geçişselliğin süreklileştirilmesi, arızînin aslîleştirilmesi olarak tanımlanabilir. Bu ise ontik dengelerin altüst olması demektir. Bunun sonucunda Batı, Newtongil zaman-mekân kavramlarında olduğu gibi izafîyi mutlaklaştırmış, ahlakî değerler örneğinde olduğu gibi mutlakı izafîleştirmiştir.

Liberalizm sol mu sağ mı?

Bu şekilde insanlığın kapitalizmin hükmettiği modernliğin demir kafesinden kurtulma ümidi giderek azalmaktadır. Kapitalizmin bu dirençliliği, liberalizmin şeceresinin çıkarılması, sorgulanmasına yönelik postmodern girişimleri de önlemektedir. İnsanların düşünce tarzlarının hayat tarzları tarafından belirlendiği gerçeği göz önüne alındığında iktidar ilişkilerini kurumsallaştıran bir hayat tarzı olarak kapitalizmi aşarak bir liberalizm sorgulaması yapmanın imkânsızlığı da anlaşılır. İktidar ilişkilerini kurumsallaştıran bir hayat tarzı olarak kapitalizmin dirençliliği, rakipsizliği, onun dayandığı liberal öncüllerin de evrensel geçerliliği yanılsamasını doğurmaktadır.

Bu kapitalistik blokajın liberalizm için paradoksal görünen iki sonuç verdiği söylenebilir. Bir taraftan postmodern çağda liberalizmin politik arayışı daha ziyade muhafazakârlığa yaklaşan “yeni sağ” gibi siyasa tadilatına inhisar etmektedir. Diğer taraftan tarihin sonunu idrak eden muzafferiyetçi (triumphalistic), evrensel bir ideoloji olarak liberalizmin entelektüel arayışı, John Rawls, Robert Nozick gibi düşünürlerin elinde gayr-i tarihî spekülasyon, formülasyon girişimleri düzeyinde kalmaktadır.

Burada bilhassa Amerika örneğinde görüldüğü gibi liberalizmin sorgulanmasını önleyen gayr-i tarihîliğin modernizmin temel zaafı olduğu söylenebilir. Çünkü “hemen şimdi” anlamına gelen modo kelimesinden iştikakının da gösterdiği gibi modernizm, ontik bilinçte kırılmayı, zamansal bilincin mekânsal bilince ağır basmasını belirtir. “İfrat, tefriti davet eder” sözünde olduğu gibi modernizmin uçsal karakteri, özellikle modernleşme sürecinde değişen tarihe yaklaşım tarzlarında tezahür eder. Hayatın askıya alınmasıyla her anın tarihîleştirildiği mesihçi vizyonun sekülerleşmesi esnasında modernizm, bir taraftan Karl Lowith’in gösterdiği gibi ilahî inayeti beşerî terakkiyle, aşkınlığı yücelikle ikame ederek tarihi hızlandırmaya yönelirken, diğer taraftan ise modernliğin belli bir noktaya ulaşmasından sonra tarihin sonuna gelindiğini, aranan yeryüzü cennetinin bulunduğunu îlhâm eden, anakronizme yol açan bir şekilde beşerî tecrübeyi gayr-i tarihî hale getirmektedir.

‘Dünya hükümeti’

Ancak Soğuk Savaş döneminin bittiği sırada Francis Fukuyama’nın dile getirdiği “tarihin sonu” sloganında somutlaşan bu muzafferiyetçi duygunun sadece kapitalizmin bir dönemecine özgü olduğu söylenebilir. Fukuyama gibi aydınlara göre liberalizm “tarihin sonu”nu idrak ederken onun sistemi kapitalizm, küreselleşme denen yeni bir “tarihi hızlandırma” girişimini temsil eden bir yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Aslında buradaki asıl tarihî-devrî (epochal) dönüşüm, emperyal de diyebileceğimiz ulusal devletlerden ulusal-üstü devletlere geçiştir. Tarihte farklı isimler alan emperyal ile ulusal devletler arasında bir çevrim söz konusudur. Bu tarihî çevrime göre çağımızda Soğuk Savaş döneminin bitişiyle başlayan ulusal devletlerden ulusal-üstü devletlere geçiş de kaçınılmazdır.

Ancak kapitalizm, bu dönüşümün sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesini önlemektedir. Zira kapitalizm, küreselleşmenin alanı olan pazarın şehirden ulus devletinin doğduğu ülkeye doğru büyümesine bağlı olarak doğmuştur; bu bakımdan kapitalizmin kaderi ulus devletine bağlıdır. Ancak normalde tarihî olarak miadı dolan ulus devleti çözülme sürecine girdiği halde onun dayandığı sistem olan kapitalizmin çözülmesi, iktidar ilişkilerinin dirençliliğinden dolayı imkânsız görünmektedir. Kapitalizm, “pazarlar arasındaki sınırların kalkması, dünyanın tek pazara doğru gitmesi” anlamına gelen küreselleşme sürecine liberalizmin kozmopolitanizm ile harmanlandığı değişik teorilerle kendini uydurmaya çalışmaktadır. Ancak kapitalizmi yaşatmaya yönelik bu entelektüel stratejilerin tutması da imkânsızdır. Zira Türkçe’ye “uluslar topluluğu” gibi yanlış bir deyimle aktarılan commonwealth (ortak refah) deyiminin de anlattığı gibi emperyal devletler, refah-yönelişli olduğu halde kapitalizm kudret-yönelişlidir.

Liberalizmin küreselleşmesi

Bu durumda kapitalizmin kendini yaşatması için geriye iki seçenek kalmaktadır. Birincisi, Rockfeller-Bilderberg tarzı “dünya hükümeti” senaryoları, ikincisi küreselleşmenin iletişim boyutunun öne çıkarıldığı “küresel köy” efsanesinin tervici. Bu süreçte bir taraftan hakiki, birincil iletişimi, tefekkür ve tedebbürü yok eden sanal, ikincil iletişim ön plana çıkarılmakta, diğer taraftan insanlar güya içinde bir dinamizm barındıran tarihin iyice hızlandırıldığı bu süreçte durup soğukkanlı bir şekilde düşünme, sorgulama imkânını kaybetmektedirler. “Dur, düşün,” eskilerin deyimiyle “Tevakkuf olmadan vukuf olmaz” hakikatinin daha veciz bir ifadesidir. Hâlbuki küreselleşme bayraktarları, mütemadiyen “durma, düşünme” demektedirler.

-izm ekiyle biten bütün modern ideolojiler gibi liberalizm de ideoloji çağı XIX. asırda doğmuştur. Liberalizmin tarihine dair standart çalışmasında Ruggiero’nun (1959: 13-23) da işaret ettiği gibi, terim olarak modern olsa da kavram olarak çok eskiye giden liberalizm, Protes≠tanlığın felsefî-ideolojik karşılığı sol bir ideoloji olarak doğmuştur. Karl Mannheim’ın ideoloji/ütopya ayırımı bakımından iktidar/muhalefet pozisyonlarına göre ideolojilerin işlevleri ve buna bağlı olarak içeriklerinin değiştiği görülür. Liberalizmin mutlak dogmalardan oluşan bir ideoloji olmadığını vurgulayan Eric Voegelin (1974: 506) de onun kuşatan Batılı devrimci hareket bağlamında doğan dinamik bir ideoloji olduğunu ve bu kuşatıcı devrim hareketinin safhalarına göre anlamının değiştiğini söyler. Liberalizm, sol olarak doğan bir ideolojinin zamanla nasıl pejoratif anlamda sağ bir ideoloji haline geldiğine çarpıcı bir örnektir.

Bu yüzden liberalizmin küreselleşme krizinden çıkış yolu bulabilmesi, mukadderatının sorgulanmasına, bu da esaslı şecere çıkarma girişimlerine bağlıdır. Bu tür bir girişimde benimsenecek tarihî perspektifin mukayeseli ve eleştirel perspektifi de doğal olarak içerdiği söylenebilir. Zira tarihî perspektiften bir bakış, liberalizmin aslî yapısı ile arızî gelişimi arasında mukayese yapmaya, bu mukayese de arızî gelişimi eleştirmeye imkân verecektir. Bütün ideolojiler, sonuçta amaç değil, insanlığın mutluluğunu sağlama aracıdır. Bu bakımdan liberalizmin şeceresini çıkarma, sorgulama ve rehabilitasyon girişimleri de sonuçta her halükarda bu ideolojiyi yaşatma değil, “insanlık olarak nerede hata yaptık ve bu hatadan nasıl dönme ve selamet yolu bulabiliriz” sorularına cevap bulma gayesine matuftur.

 

bedrigencer@gmail.com

 

 

 

KAYNAK: Star Gazetesi Açık Görüş Eki (http://haber.stargazete.com/acikgorus/liberalizmin-soy-kutugu/haber-727889)

KAYNAKLAR

Milbank, John (2004) “Sublimity: The Modern Transcendent,” Transcendence: Philosophy, Literature, and Theology Approach the Beyond, Regina M. Schwartz (ed.), 211-234, New York: Routledge.

Ruggiero, Guido De (1959) The History of European Liberalism. R. G. Collinwood (trs.), Boston: Beacon.

Voegelin, Eric (1974) “Liberalism and Its History,” Mary Algozin and Keith Algozin (trs.), The Review of Politics 36/ 4 (October): 504-520.

 

 

 

 

Liberalizmin soy kütüğü

 

Prof. Dr. BEDRİ GENCER  

Yıldız Teknik Ünv. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi

 

İktidar ilişkilerini kurumsallaştıran bir hayat tarzı olarak kapitalizmin dirençliliği, rakipsizliği, onun dayandığı liberal öncüllerin de evrensel geçerliliği yanılsamasını doğurmaktadır.


Liberalizm, modern çağın hâkim ideolojisi sayılabilir. Modern çağın sorgulandığı postmodern çağda modernizmin bütün öncülleri ve öğretileri gibi liberalizmin de radikal bir tarihî-felsefî sorgulamaya uğraması beklenir. Ancak keskin kopuşlarla temayüz eden modern çağda yürütülen postmodern sorgulamanın daha çok Aydınlanma eleştirisi gibi tarihî, soyut, teorik bir zeminde kaldığı, kapitalizme dayalı modern düzeni sarsabilecek somut bir işlev gösteremediği görülmektedir. Bunun sebebi, modernizm ile modernlik arasındaki asimetriden kaynaklanan liberalizm ile kapitalizm arasındaki çelişkide aranmalıdır.

İnsanlık tarihinde geleneksel düzen feodalizm, modern düzen ise kapitalizme dayalıdır. Modern çağ, kapitalist ulus-devleti çağı, liberalizm ise kapitalizmin dayandığı felsefedir. Normalde kapitalist ulus-devletinin hâkim olduğu modern çağın miadı dolduğu halde her halükârda kendini sürdürme eğiliminden dolayı kapitalizm, modern çağın aşılmasına direnç göstermekte, olabildiğince ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Aslında miadı dolan bir çağı zorla sürdürme eğilimi ise bir geçişsellik çağının olumlu sonuçlara gebe potansiyeli söylemiyle meşrûlaştırılmaktadır. Modern çağa özgü tarihî geçişsellik zihniyeti ve söylemi, kapitalizmin son yenilenme hamlesini temsil eden küreselleşmede bir kez daha görülmüştür.

Feodalizmin hâkim olduğu Ortaçağ düzeninin çözüldüğü Rönesans’tan beri neredeyse tüm devirleri geçişsellik ile tanımlayan Batılı aydınlar, Ernest Renan örneğinde olduğu gibi zamanla geçişi, değişimi bizzat bir norm, arızîyi aslî haline getirmişlerdir. Kanaatimce bu anlayışın tâ temelinde aşkınlığın yerini yücelik anlayışının alması yatar. John Milbank’ın (2004: 211) belirttiği gibi yüceliğin özünde, tedricen basamaklarını çıkacağımız bir ontik merdivenin zirvesine ilişkin eski tasavvurun zıddına biz fanî varlıkların eşiğinde gezinip duracağımız mutlak olarak bilinmez boşluk şeklindeki yeni bir aşkın anlayışı yatar. Bu bakımdan modernizm, mesiyanik terimlerle hayatın, tarihin askıya alınmasının, geçişselliğin süreklileştirilmesi, arızînin aslîleştirilmesi olarak tanımlanabilir. Bu ise ontik dengelerin altüst olması demektir. Bunun sonucunda Batı, Newtongil zaman-mekân kavramlarında olduğu gibi izafîyi mutlaklaştırmış, ahlakî değerler örneğinde olduğu gibi mutlakı izafîleştirmiştir.

Liberalizm sol mu sağ mı?

Bu şekilde insanlığın kapitalizmin hükmettiği modernliğin demir kafesinden kurtulma ümidi giderek azalmaktadır. Kapitalizmin bu dirençliliği, liberalizmin şeceresinin çıkarılması, sorgulanmasına yönelik postmodern girişimleri de önlemektedir. İnsanların düşünce tarzlarının hayat tarzları tarafından belirlendiği gerçeği göz önüne alındığında iktidar ilişkilerini kurumsallaştıran bir hayat tarzı olarak kapitalizmi aşarak bir liberalizm sorgulaması yapmanın imkânsızlığı da anlaşılır. İktidar ilişkilerini kurumsallaştıran bir hayat tarzı olarak kapitalizmin dirençliliği, rakipsizliği, onun dayandığı liberal öncüllerin de evrensel geçerliliği yanılsamasını doğurmaktadır.

Bu kapitalistik blokajın liberalizm için paradoksal görünen iki sonuç verdiği söylenebilir. Bir taraftan postmodern çağda liberalizmin politik arayışı daha ziyade muhafazakârlığa yaklaşan “yeni sağ” gibi siyasa tadilatına inhisar etmektedir. Diğer taraftan tarihin sonunu idrak eden muzafferiyetçi (triumphalistic), evrensel bir ideoloji olarak liberalizmin entelektüel arayışı, John Rawls, Robert Nozick gibi düşünürlerin elinde gayr-i tarihî spekülasyon, formülasyon girişimleri düzeyinde kalmaktadır.

Burada bilhassa Amerika örneğinde görüldüğü gibi liberalizmin sorgulanmasını önleyen gayr-i tarihîliğin modernizmin temel zaafı olduğu söylenebilir. Çünkü “hemen şimdi” anlamına gelen modo kelimesinden iştikakının da gösterdiği gibi modernizm, ontik bilinçte kırılmayı, zamansal bilincin mekânsal bilince ağır basmasını belirtir. “İfrat, tefriti davet eder” sözünde olduğu gibi modernizmin uçsal karakteri, özellikle modernleşme sürecinde değişen tarihe yaklaşım tarzlarında tezahür eder. Hayatın askıya alınmasıyla her anın tarihîleştirildiği mesihçi vizyonun sekülerleşmesi esnasında modernizm, bir taraftan Karl Lowith’in gösterdiği gibi ilahî inayeti beşerî terakkiyle, aşkınlığı yücelikle ikame ederek tarihi hızlandırmaya yönelirken, diğer taraftan ise modernliğin belli bir noktaya ulaşmasından sonra tarihin sonuna gelindiğini, aranan yeryüzü cennetinin bulunduğunu îlhâm eden, anakronizme yol açan bir şekilde beşerî tecrübeyi gayr-i tarihî hale getirmektedir.

‘Dünya hükümeti’

Ancak Soğuk Savaş döneminin bittiği sırada Francis Fukuyama’nın dile getirdiği “tarihin sonu” sloganında somutlaşan bu muzafferiyetçi duygunun sadece kapitalizmin bir dönemecine özgü olduğu söylenebilir. Fukuyama gibi aydınlara göre liberalizm “tarihin sonu”nu idrak ederken onun sistemi kapitalizm, küreselleşme denen yeni bir “tarihi hızlandırma” girişimini temsil eden bir yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Aslında buradaki asıl tarihî-devrî (epochal) dönüşüm, emperyal de diyebileceğimiz ulusal devletlerden ulusal-üstü devletlere geçiştir. Tarihte farklı isimler alan emperyal ile ulusal devletler arasında bir çevrim söz konusudur. Bu tarihî çevrime göre çağımızda Soğuk Savaş döneminin bitişiyle başlayan ulusal devletlerden ulusal-üstü devletlere geçiş de kaçınılmazdır.

Ancak kapitalizm, bu dönüşümün sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesini önlemektedir. Zira kapitalizm, küreselleşmenin alanı olan pazarın şehirden ulus devletinin doğduğu ülkeye doğru büyümesine bağlı olarak doğmuştur; bu bakımdan kapitalizmin kaderi ulus devletine bağlıdır. Ancak normalde tarihî olarak miadı dolan ulus devleti çözülme sürecine girdiği halde onun dayandığı sistem olan kapitalizmin çözülmesi, iktidar ilişkilerinin dirençliliğinden dolayı imkânsız görünmektedir. Kapitalizm, “pazarlar arasındaki sınırların kalkması, dünyanın tek pazara doğru gitmesi” anlamına gelen küreselleşme sürecine liberalizmin kozmopolitanizm ile harmanlandığı değişik teorilerle kendini uydurmaya çalışmaktadır. Ancak kapitalizmi yaşatmaya yönelik bu entelektüel stratejilerin tutması da imkânsızdır. Zira Türkçe’ye “uluslar topluluğu” gibi yanlış bir deyimle aktarılan commonwealth (ortak refah) deyiminin de anlattığı gibi emperyal devletler, refah-yönelişli olduğu halde kapitalizm kudret-yönelişlidir.

Liberalizmin küreselleşmesi

Bu durumda kapitalizmin kendini yaşatması için geriye iki seçenek kalmaktadır. Birincisi, Rockfeller-Bilderberg tarzı “dünya hükümeti” senaryoları, ikincisi küreselleşmenin iletişim boyutunun öne çıkarıldığı “küresel köy” efsanesinin tervici. Bu süreçte bir taraftan hakiki, birincil iletişimi, tefekkür ve tedebbürü yok eden sanal, ikincil iletişim ön plana çıkarılmakta, diğer taraftan insanlar güya içinde bir dinamizm barındıran tarihin iyice hızlandırıldığı bu süreçte durup soğukkanlı bir şekilde düşünme, sorgulama imkânını kaybetmektedirler. “Dur, düşün,” eskilerin deyimiyle “Tevakkuf olmadan vukuf olmaz” hakikatinin daha veciz bir ifadesidir. Hâlbuki küreselleşme bayraktarları, mütemadiyen “durma, düşünme” demektedirler.

-izm ekiyle biten bütün modern ideolojiler gibi liberalizm de ideoloji çağı XIX. asırda doğmuştur. Liberalizmin tarihine dair standart çalışmasında Ruggiero’nun (1959: 13-23) da işaret ettiği gibi, terim olarak modern olsa da kavram olarak çok eskiye giden liberalizm, Protes≠tanlığın felsefî-ideolojik karşılığı sol bir ideoloji olarak doğmuştur. Karl Mannheim’ın ideoloji/ütopya ayırımı bakımından iktidar/muhalefet pozisyonlarına göre ideolojilerin işlevleri ve buna bağlı olarak içeriklerinin değiştiği görülür. Liberalizmin mutlak dogmalardan oluşan bir ideoloji olmadığını vurgulayan Eric Voegelin (1974: 506) de onun kuşatan Batılı devrimci hareket bağlamında doğan dinamik bir ideoloji olduğunu ve bu kuşatıcı devrim hareketinin safhalarına göre anlamının değiştiğini söyler. Liberalizm, sol olarak doğan bir ideolojinin zamanla nasıl pejoratif anlamda sağ bir ideoloji haline geldiğine çarpıcı bir örnektir.

Bu yüzden liberalizmin küreselleşme krizinden çıkış yolu bulabilmesi, mukadderatının sorgulanmasına, bu da esaslı şecere çıkarma girişimlerine bağlıdır. Bu tür bir girişimde benimsenecek tarihî perspektifin mukayeseli ve eleştirel perspektifi de doğal olarak içerdiği söylenebilir. Zira tarihî perspektiften bir bakış, liberalizmin aslî yapısı ile arızî gelişimi arasında mukayese yapmaya, bu mukayese de arızî gelişimi eleştirmeye imkân verecektir. Bütün ideolojiler, sonuçta amaç değil, insanlığın mutluluğunu sağlama aracıdır. Bu bakımdan liberalizmin şeceresini çıkarma, sorgulama ve rehabilitasyon girişimleri de sonuçta her halükarda bu ideolojiyi yaşatma değil, “insanlık olarak nerede hata yaptık ve bu hatadan nasıl dönme ve selamet yolu bulabiliriz” sorularına cevap bulma gayesine matuftur.

bedrigencer@gmail.com

 

KAYNAK: Star Gazetesi Açık Görüş Eki (http://haber.stargazete.com/acikgorus/liberalizmin-soy-kutugu/haber-727889)

KAYNAKLAR

Milbank, John (2004) “Sublimity: The Modern Transcendent,” Transcendence: Philosophy, Literature, and Theology Approach the Beyond, Regina M. Schwartz (ed.), 211-234, New York: Routledge.

Ruggiero, Guido De (1959) The History of European Liberalism. R. G. Collinwood (trs.), Boston: Beacon.

Voegelin, Eric (1974) “Liberalism and Its History,” Mary Algozin and Keith Algozin (trs.), The Review of Politics 36/ 4 (October): 504-520.