Berlin’de otuzlu yılların otoriter rejimlerine has modern muhafazakâr mimaride bir bina. Uzun, köşeli çizgiler, sütunlar, büyük boş alanlar, dev duvar panoları, uçsuz koridorlar, bucaksız salonlar. Reichsbank. Bir zamanlar Nazi rejiminin kasasıymış bu bina. Bir nevi Merkez Bankası. Tasarımını bizzat Hitler’in onayladığı, mahzenlerinde II. Dünya Savaşı’na finansman sağlayan ve soykırım kurbanlarından gasp edilen altınların depolandığı, salonlarında Göbbels ve Funk gibi rejimin önde gelenlerinin kudret kullandığı bir mekân.

Bir bina, bir ülke tarihi
Daha sonra ise Soğuk Savaş’ın odağındaydı burası. O zamanki Avrupa düzeninde Doğu Almanya bir cephe ülkesi, Berlin ortasından duvarla bölünmüş başkentti. Komünist Parti Merkez Komitesi bu binadan hükmederdi devlete. Doğu Almanya’yı tarih sahnesine çıkışından perdelerini kapatana kadar yöneten iki Komünist Parti genel sekreteri Walter Ulbricht (1950-71) ve Erich Honecker (1971-89) bu bina da konuşlanmışlardı. Sonra ’duvar’ yıkılınca geçici olarak toplanan halk meclisi bu binada aldı iki Almanya’nın birleşmesi kararını 20 Eylül 1990 günü. Daha sonra ise binanın kaderi bambaşka bir ufka açıldı.
Soğuk Savaş’ın sonuna doğru, 1988 yılında bir akademik geziyle geldiğim Doğu Berlin’i anımsadım hemen. Check Point Charlie’ye Batı’dan gelmiş, önce ABD sonra da SSCB askerlerinin pasaport denetiminden geçmemiz bir saat sürmüştü. Bugün kentin ortasında en güzel binaların ve alışveriş caddelerinin uzandığı bu bölge o zamanlar kasvetli ve ürpertici bir atmosfere sahipti. Duvar’ın etrafı top tüfekli, cepheleri dökülen binaların pencereleri tuğla örülü, sokaklar tedirgindi. Günümüzde kentin en lüks otelleri, lokantaları ve mağazalarının serpildiği Friedrichstrasse’den içerilere doğru ilerledikçe daha olağan bir Doğu Bloku kenti hasıl olmuştu. Tabelasız, reklamsız sokaklar, yuvarlak farları ve mütevazı tasarımlarıyla Trebant model otomobiller, gri tonlarında kalabalıklar, dev konut lojmanları, devlet dairesi görünümlü mağazalar ve dünyanın her yerinde olduğu gibi asık veya güler yüzleriyle günlük yaşam peşindeki insanlar…
Komünist Parti Merkez Komitesi binasına da gelmiştik. Koridorlarında, bürolarında yetkili ve ciddi devlet mekanizması insanları salınıyordu. Bizi iyi ağırlamışlar, samimi bir yaklaşım sergilemişler, yönetmekte oldukları Doğu Almanya’nın nasıl ’sağlam ve yıkılmaz temeller’ üzerinde durduğunu anlatmışlardı. Soğuk savaş düzeninin yıllanmışlığı ve içinde bulunduğumuz kentin havası içinde derin bir kuşku duymamıştık bu söylem karşısında. Tam bir yıl sonra ’duvar’ın yıkılacağını öngörmek olanaksızdı. En iyimser yaklaşımla, iletişim teknolojileri ve Moskova’dan Gorbaçev ile başlayan ılımlı eğilimler sonucunda iki Almanya arasında daha özgür bir ilişkinin esintileri hissediliyordu ancak.
Bize sunum yapan yetkilileri hatırladım bir yıl sonra ’duvar’ çöktüğünde. Ne yapıyorlardı acaba?
Ya o sıralarda Doğu Berlin’de Merkezi Fiziksel Kimya Enstitüsü’nde araştırmacı olarak çalışan Angela Merkel?

Çağdaş Almanya ve Türkiye
Aradan yıllar geçti ve yine aynı binaya düştü yolum. TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Ümit Boyner, Ethem Sancak, Jürgen Ziegler, Haluk Tükel, Soli Özel, Alper Üçok ve Ebru Turhan’la birlikte. Bina artık bir dünya devinin ve Avrupa Birliği’nin en güçlü ülkesinin uluslararası ilişkiler merkezi. Almanya Federal Dış İşleri Bakanlığı. Berlinli mimar Hans Kollhoff master planına göre yeniden düzenlenmiş muazzam bir bakanlık yerleşkesi. Eski bina kütlesi korunarak yenilenirken, karşısına 21. yüzyılı yansıtan modern bir bina eklenmiş. Tabii ki kullanılan malzemeden, enerji tüketimine, atık yönetiminden, çalışma alanlarına ekolojik, çevre dostu bir bina söz konusu.
Binanın en eski, geleneksel, 1950 ve 60’lı yılların izlerini koruyan törensel tarafında bir toplantı salonuna giriyoruz. Bizi kabul eden Almanya Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Dr Frank-Walter Steinmeier. Alman koalisyon hükümeti ortağı Sosyal Demokratik Parti’nin (SPD) eski başbakan Schröder sonrasında yeni liderlerinden.
Almanya tarihinin en simgesel mekânlarından birindeyiz. Steinmeier ve takımı binadan farklı olarak geçmişten izler taşımıyorlar. Geleceği konuşuyoruz. Akılcı, samimi ve sıcakkanlı bir görüş alışverişi. Gürleryüzlü Steinmeier ile görüşmeden çıkan mesajlar yapıcı:

“Almanya Türkiye’nin AB üyeliğine destek olma kararını bir kere verdi ve gereğini yerine getiriyor.”

“Koalisyon hükümetinin bu konuda uzlaşması sağlam.”

“Hükümet ortağı Hıristiyan Demokrat Parti’nin (CDU) ahde vefa (’pacta sunt servanda’) ilkesi uyarınca verilen söze sadık kalması bu politikanın devamı için yeterli.”

Türkiye caydırıcı ve kışkırtıcı tuzaklara düşmemeli. AB yolu açık, ilerlemeli.”

“Demokratik reformlar, mevzuat uyumu, sosyo-ekonomik kalkınma… Bunlar yalnızca Türkiye için çok önemli değil. Bu yönde ilerledikçe aynı zamanda AB içindeki güç dengelerinde de lehinize gelişmeler oluyor.”

►”İletişim de çok önemli. Bu konuyu Türkiye ciddiye almalı artık.”

►”Fransa’nın çekinceleri olabilir fakat belirleyici olan AB’nin kurumsal yapısı, üye ülkelerin çoğunluğunun desteği ve Türkiye’nin ilerlemesidir.”

Göç, uyum ve AB
Bir sonraki durağımız Bundeskanzleramt. Alman Başbakanlık binası. Nazilerin iktidara geldikten sonra yakarak kapattıkları ve birleşme sonrasında tepesinde cam bir kubbe ile yeniden açılan parlamento binasının tam karşısında. Dış ve iç tasarımı ile postmodern bir bina. Almanya’nın 20. yüzyılı tamamen geride bıraktığının simgesi. Başbakanlık’ta Devlet Bakanı Maria Böhmer ve bazı CDU’lu milletvekilleriyle bir akşam yemeği var programda. Konu ’göç ve uyum.’
Alman ev sahiplerimiz bir konuya çok önem veriyorlar: “gündemdeki göç yasa tasarısı Almanya Türkleri ve Türkiye tarafından yanlış anlaşıldı”. Çevirinin gecikmesinde hatalarını kabul ediyor ve anlatmaya çalışıyorlar ki kesinlikle göçmenlerin ülkesine göre bir ayrımcılık yok. Örneğin evlenme yoluyla Almanya’ya gelecek bir kişinin Almanca öğrenmesi koşulu tüm ülkeler için geçerli ve yalnızca Almanya’da sürekli yaşayanlar için öngörülmekte. Geçici olarak görevle gelenler bunun dışında. “Amaç
göçmen çocukların anne ve babalarının Almancayı bilen kişiler olarak toplumda daha güçlü olmasıdır” diyorlar. Bu konuda iletişim zafiyeti göstermiş olduklarını vurgulayan uyarıları dinliyorlar.
Başka konular da tartışılıyor ve tabii ki tüm sorunların kökeninde her zamanki gibi anahtar alan beliriyor: eğitim. Göçmen kökenlilerin yüzde 80’inin niteliksiz bir işgücü oluşturması sosyal uyumun en zayıf halkası. Tabii bunda Alman devletinin okullarda gettolaşmayı engelleyemeyen ve genelde göçmenlere karşı aidiyet duygusu yaratamayan tutarsız yaklaşımlarının rolünü vurgulamak gerekiyor.
Herkes mutabık ki, Almanya Türklerinin uyum sorunları ve bu sorunların olduğundan da daha olumsuz toplumsal algılanışı belirleyici bir etken. Hem her doğan iki çocuktan birisinin yabancı kökenli olduğu Almanya’nın toplumsal huzuru için, hem de Türkiye-AB ilişkileri için. Bu noktada kaçınılmaz bir uyarı daha gerekiyor. Türkiye’ye üyelik kıstaslarına uysa bile ancak ’ayrıcalıklı ortaklık’ öngören bir siyasal anlayışı terk etmeden, Almanya’daki Türk toplumuna uyum mesajı vermek beyhudedir.

Türkiye ne ister?
Türkiye-Almanya ilişkileri ekonomik açıdan taşıdıkları öneme uygun bir siyasal boyutu sürdürme çabasında. Bu çerçevede yakın geleceğin mimarisini yapıcı bir şekilde tasarlamak doğru olur:
1. Merkel-Steinmeier hükümetinin başarısını diliyoruz. Almanya’da ekonomik büyümenin geri dönmesi, tüm Avrupa ekonomisi ve dolayısı ile Türkiye için de son derece olumlu olacaktır. Türkiye küresel ekonomik rekabet gücü yüksek, dinamik ve etkin bir AB’nin üyesi olmayı arzulamaktadır.
2. Almanya’nın ekonomik büyümesi sayesinde işsizlik gibi sosyal sorunların yarattığı olumsuzluklar azalacak ve bunun AB’nin kurumsal reformları ve genişleme perspektiflerine etkisi yapıcı olacaktır.
AB’nin hazmetme kapasitesi de sorun olmaktan çıkacaktır.
3. Almanya ve AB’de geleceği bir tehlike yerine bir fırsat olarak gören toplumsal yaklaşımın egemen olması, Türkiye gibi konularda önyargılı siyasal söylemlerin etkisini azaltacaktır.
4. Hızla büyüyen, demokratik, laik ve istikrarlı bir Türkiye, Alman şirketler için daha da önemli bir potansiyel olacaktır. Bu yönde gelişecek bir Türkiye senaryosunun temel etkeni, tam üyelik hedefi sorgulanmadan belirlilik, güven ve başarı içinde ilerleyecek bir müzakere sürecidir.
5. Almanya Türklerinin Alman toplumu ile başarılı bütünleşmesinin en etkili aracı, içeride eğitim, dış ilişkilerde AB üyeliği yönünde güvenli adımlarla ilerleyen bir Türkiye’dir.
Berlin’de Başbakanlık makamına giden koridorlardan birinde savaş sonrası Almanya’yı yöneten sekiz başbakanın fotoğraf sanatçısı Konrad R. Müller’in eseri olan çarpıcı portreleri var. Çağdaş Almanya’nın mimarı ve AB’nin kurucularından Konrad Adenauer ile başlayan iktidar sergisi, Ludwig Erhard, Kurt Kiesinger, sosyal demokrasinin efsanevi lideri Willy Brandt, Helmut Schmidt, Helmut Kohl ve Gerhard Schröder ile sürüyor. Angela Merkel ile Alman demokrasisi ve devletinin devamlılığının simgesi olan koleksiyona yeni bir portre ekleniyor.
Almanya’nın Türkiye politikasında da çağdaş siyasal mimarinin ve bu devamlılığın etkisi belirleyici olacak.