BRÜKSEL – “Ne kadar az şey bilirsek ’öteki’ hakkında, o kadar kolay olur genelleme yapmak. Ne kadar genelleştirir ve uzakta tutarsak ’öteki’ni, o kadar fazla olur korkumuz.” Yazar Elif Şafak konuşuyor; duru bir İngilizce ile; “su gibi:” “Tasavvufi İbn Arabi 13. yüzyılda ’Aşk dinini izlerim, kervanı beni nereye götürürse’ demiştir. Aşk dini ’korku dini’nden ve beraberinde getirdiği Doğulu ve Batılı sertlik yanlılarının ürünü olan ’korku siyaseti’nden çok farklıdır.”
Avrupa Parlamentosu, AB Komisyonu, Avrupalı sivil toplum kuruluşları, diplomasi, özel sektör ve medyadan dinleyicilerin ilgisi iyice yoğunlaşıyor.
“Ve bugün Batı’da önemli derecede bir İslam korkusu ile Müslüman dünyadaki Batı’ya karşı derin güvensizlik birlikte var olmakta.”
Brüksel’de, Kadın Girişimciler Derneği (Kagider) ofisinin açılışına katılan AB çevreleri iyice dikkat kesiliyor: “Aşk ve sufizm ve de edebiyat su gibi olabilir; akışkan ve dönüştürücü. Türkiye şaşırtıcı ve çok yüzlü bir sanat ve kültür yaşamına sahip. Ne yazık ki bu zenginlik Avrupa dillerine nadiren çevriliyor.” Davetliler belki de ilk defa duydukları ’kökleri gökyüzüne doğru uzanan tûba ağacı’ gibi metamorfozların da etkisi altında konuşmanın ana mesajlarını daha da iyi anlıyorlar: -“İslam ile demokrasi bir arada yaşayabilir mi? Bu soru karşısında Türkiye 150 yıllık Batılı evriminin sonucunda ’evet’ yanıtına ulaştı.”
Daha çok, daha çoğul
Kagider, başkanı Gülseren Onanç’ın Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada dediği gibi “Türkiye’nin kadınlarından kaynaklanan girişimciliğini, demokratik değerlerini, kültürel zenginliğini ve küresel gücünü geliştirmek ve Avrupa’ya ulaştırmak üzere yola çıktı”. Daha önceki yıllarda Avrupa Parlamentosu’nda Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle TÜSİAD tarafından 8 Mart haftasında düzenlenen etkinliklere Ka-Der ve Ka-Mer gibi önde gelen sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte katılan Kagider artık Brüksel’de daha çok var olacak. Kadın girşimciler ’Avrupa’da daha çok Türkiye ve daha çoğul bir Türkiye’ hedefine daha fazla katkıda bulunacak.
Henüz açılış davetinde Türkiye-AB ilişkilerinde yeni yüzler, yeni sesler çoğaldı. Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Ayşe Soysal konuşmasını yaparken bir AB yetkilisi “İşte yalnızca Türkiye’nin değil, tam Avrupa’nın gereksinimi olan tutarlı ve özgüvenli bir aydın duruşu” görüşünü fısıldıyordu.
Öncesinde Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raportörü Hollandalı merkez sağ grup üyesi Ria Oomen-Ruijten yapıcı eleştirileri ve akılcı inancıyla Türkiye’nin AB üyeliği yolunun nasıl açık olduğunu anlatmıştı uzun uzun. Bu yolda hızlanmanın anahtarının kadın hakları olduğunu özellikle vurgulayarak.
Ertesi gün ise kendi ülkesinden sosyalist meslektaşı ve aynı zamanda Kadın Hakları Komisyonu Türkiye raportörü Emine Bozkurt hem yapıcı eleştirilerini sıraladı, hem de hedefi tam üyelik olan yolu daha da somutlaştırdı: “Eğitim, iş yaşamına katılım, pozitif ayrımcılık, aile içi şiddete karşı mücadele … Bunlar yalnızca Türk kadınının değil, tüm Avrupa ve dünyanın sorunu. Fakat Türkiye’de bu sorunların derecesi çok yüksek. Çözümleri Türkiye’ye çok şey kazandıracak: toplumsal kalkınma, ekonomik güç ve AB üyeliği”.
Etkinliklere katılan Devlet Bakanı Nimet Çubukçu Avrupa Parlamentosu’nda görüşmeler yaptı ve Kagider’i de yanına alarak AB Komisyonu’nun sosyal politika komiseri ve eski Çek başbakan Vladimir Spidla’yı ziyarete gitti. Bu vesilelerle okullaşma, “Haydi Kızlar Okula!”, erlere, polise, sağlık personeline ve din hizmetleri görevlilerine aile içi şiddet konusunda eğitim gibi girişimler, cinsiyet ayrımcılığına karşı yeni mevzuat ve genelgeler konusunda somut bilgiler verdi. Konuya son derece vâkıf, insan ilişkilerinde etkili ve azimli bir bakan.
Kadın hakları=Ulusal çıkar
Türkiye’nin temel sorunları her ülke için olduğu gibi birbirine bağlı. Ekonomi, siyaset, toplumsal kalkınma… Bir çözüm stratejisine nereden girerseniz karşınıza diğer boyutlar ve alt başlıkları çıkıyor. Bu noktada da en temel sorunlar belirginleşiyor: ekonomik büyüme ve eğitim.
Bir de bazı konular vardır ki anahtar rol oynarlar. Çok boyutlu bir şekilde her alanda ülkenin geleceğini etkilerler. Bunların başında kadın hakları geliyor. Kadın sorunlarının, kadının değil tüm toplumun sorunları olduğu bilinci yaygınlaşmalı. Hangi siyasal eğilim, sosyal konum ve bireysel psikolojide olursa olsun, kimsenin göz ardı edemeyeceği bir gerçek var: Türkiye’de kadın hakları ilerledikçe Türkiye kalkınacak; küresel düzende yükselecek.
Kadın hakları olarak tanımlanan ilerlemeler geniş bir yelpazeye yayılmakta: çalışma koşulları, eşit işe eşit ücret, okullaşma, siyasete katılım, aile içi şiddet, bireysel ve kültürel özgürlükler, … Bu yöndeki gelişmelerin doğrudan etkilediği alanların bazılarını alt alta yazınca ufuk daha da berraklaşabilir:
-Ekonomik büyüme
-Eğitim
-İstihdam
-Girişimcilik, verimlilik, üretkenlik
-Sosyal güvenlik
-Kırsal ve bölgesel kalkınma
-Tarım
-Bilgi toplumu
-Kamu sağlığı
-Türkiye’nin imajı
Yalnızca son maddeden yola çıkarak bir seri alt başlık: AB’ye üyelik süreci, ihracat, yabancı sermaye, turizm, vize sorunları, dinler arası hoşgörü, …
Derin mahcubiyet
Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinde topladığı eğitim şurasında asıl kurtuluşun toplumun eğitimi ile mümkün olabileceğini ilan eden ve salondaki kadın eğitimcileri iliştirildikleri kenar sandalyelerden erkeklerin arasına ve öne davet eden bir bilgeydi. Cumhurbaşkanlığı döneminde söylemiyle, devrimleriyle, attığı her adımda ve tarihe mal olacağının bilincinde çekilen fotoğraflarında Türk kadınını yücelten bir önder. “Kadınlarını geri bırakan toplumlar geri kalmaya mahkumdur” sözlerinin sahibi evrensel siyaset dehası.
Geride kalan yüzyıl içinde Türkiye dünya sahnesinde yerini pekiştirdi. İlerledi, gelişti, serpildi. Sonuç şöyle: Birleşmiş Milletler’in cinsiyete dayalı dünya gelişmişlik sıralamasında 136 ülke arasında Türkiye 71. sırada sürünüyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun Cinsiyet Uçurumu Endeksi’nde de 115 ülke arasında 105. sırada sefilleşiyor. Kadınların ortalama altı yıl eğitim alabildiği, işgücüne katılımlarının son yıllarda yüzde 30’un altına düştüğü, kadına şiddet ve baskı sapkınlığının direndiği, cinselliğe dayalı dogma ve tabuların yozlaştırdığı, TBMM, hükümet, yerel yönetimler ve devletin düşük kadın oranlarıyla toplumdan koptuğu bir ülke için hak edilmiş bir küresel performans faciası söz konusu.
AB’nin de sorunu
Cinsiyetler arası fırsat eşitliği Avrupa Birliği’nin de temel bir politikası. Münhasıran sosyal boyutta değil. Aynı zamanda bir demokrasi, ekonomik rekabet gücü ve güçlü toplumsal yapı hedeflerinin belirleyici bir aracı olarak. AB Komisyonu’nun bu konudaki son raporuna göre 1999 ile 2004 arasında yaratılan istihdamın dörtte üçü kadınlar tarafından doldurulmuş. Toplam kadın istihdam oranı ise son yıllarda yüzde 56’yı aşmakta. Kadınlar ile erkekler arasındaki istihdam oranı farkı Kuzey ülkelerinde ortalama yüzde 10, Akdenizlilerde yüzde 20 civarında seyretmekte.
Fakat tabloyu daha dikkatli inceleyince birçok sorun sinyali gözlemlenmekte. Avrupalı kadınlar kendi cinsiyetlerine özgü olarak tanımlanan iş alanlarında yoğunlaşıyor. Bazı ülkelerde yarı süreli işlerde çalışan kadın oranları erkeklere göre çok yüksek. Şirketlerde yönetici düzeyde yalnızca yüzde 32, yönetim kurullarında yüzde 10 ve en üst düzeyde (“CEO”) yüzde 3 oranlarında kadın var. Akademik dünya ve ar-ge alanında doktoralı kadın sayısı yüzde 43, fakat profesör kadın oranı yüzde 15. Kadınlar aynı işteki erkeklere oranla ortalama yüzde 15 daha az ücret alıyor. İşyerlerinde ve konut alanlarında çocuk yuvaları sayı ve nitelik olarak daha fazla yatırım gerektiriyor.
Daha kadın bir Türkiye için
Aslında Türkiye ilginç bir ülke. Bir taraftan kadın sorunlarıyla bocalarken diğer taraftan da bazı ilgili alanlarda Avrupa’da en ilerideki ülkeler arasında yer alıyor. Örneğin özel sektörde üst ve en üst düzey yönetici, bankacı, mühendis, avukat ve akademisyen gibi alanlardaki kadın oranıyla Türkiye Avrupa’da en ileri bir kaç ülke arasında yer almakta. Türk kadını engellenmezse ve hatta engellemelere rağmen küresel rekabet gücüne ulaşabildiğini ispatlamış durumda.
Son yıllarda kadın sorunlarına olan siyasal ilgi arttı. Bunda sivil toplum kuruluşlarının büyük etkisi var. Hala TBMM’de bir ihtisas komisyonu kurulamadı. Diğer yandan, ilgili bir devlet bakanlığı ve genel müdürlüğün varlığı, AB sürecinde Türk Ceza Kanunu ve Medeni Kanun değişiklikleri, toplumsal duyarlılık artışı ve çoğalan etkinlikler olumlu eğilimleri yansıtıyor. Tabii bütçesi dar bir bürokrasinin sınırları var. Zaten genelde üst düzeyleri erkek-yoğun bir bürokrasinin ülkenin sorunları karşısında yapısal bir sorunu var demektir. Bu konuda son dönemde bir gerileme olmayabilir. Fakat ölçüt olarak geçmişe değil, dünyaya ve geleceğe bakmalı.
Önümüzdeki dönemde diğer bir acil hedef, sosyo-ekonomik örgütler, odalar ve sivil toplum kuruluşlarında da kadınların en üst düzeylerde yönetim ve temsil görevlerine gelmesidir. Bu kurumların hangisi toplumun önünde, hangisi zaman aşımından muzdarip belli olmalı. Artık hiçbir kurum 21. yüzyılın cinsiyet ayrımsız bir bilgi toplumu çağı olma sınavından kaçamamalı. Kadın oranı yakışıksız seviyelerde seçim listeleri, meclisler, hükümetler, bürokrasiler, vilayetler, belediyeler ve yönetim kurulları tarihin bulanık dönemlerinde kalmalı.
AB mevzuatına uyumda Türkiye’nin atması gereken her adım doğrudan Türkiye’nin kazancı olacak. Demokrasiden, ekonomik ve toplumsal kalkınmaya her alanda Türk kadınının güçlenen konumu AB sürecinde ülkenin önünü açacak. Ayrıca Türkiye’nin imajı pekişecek. Dış politika ve ekonomik çıkarları güçlenecek. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve vatandaşlarının uluslararası onuru ve saygınlığı yükselecek.
Türkiye insanlık uygarlığı tarihinde “ne kadar erkek bir toplum” olduğunu yeterince ispatlamış olmalı. Ekonomi, insani kalkınmışlık ve uluslararası ilişkilerde eksik bir toplum olarak yol buraya kadar. Türk siyaset kültürü yüzyılların birikimi olan şiddet kültürü ve aşağılık komplekslerinin tortularından arınmalı. Korku ve güvensizlikle değil. Artık Türkiye’nin aynı zamanda “kadın bir toplum” olarak yücelme zamanı. Yeni bir toplumsal dönüşümün duruluğu ve akışkanlığı içinde. “Su gibi”.