BRÜKSEL – Forum İstanbul 2008 Türkiye’nin gerçek gündemini tartıştı. Konu kim daha milliyetçi, ulusalcı, dindar, halkçı, liberal vesaire değildi. “Türkiye’nin İstikrar ve Büyüme Hamlesi” başlıklı 2008 programını her yıl olduğu gibi somut konular oluşturdu. Dünya ekonomisindeki son gelişmeler, finans araçları, petrol piyasası ve yatırım koşulları incelendi. Türkiye’nin ekonomik büyüme stratejileri, istihdam sorunları, sermaye çekim gücü ve küresel ekonomideki yeri değerlendirildi. Avrupa Birliği sürecinde iletişim boyutu ele alındı. Orta Asya Yatırım Forumu tanıtıldı. Türkiye’nin teknolojik atılımları ve bilimsel yenilikçilik politikaları irdelendi. Enerji, tarım, sağlık, eğitim konuşuldu. Gençlik konuştu.

Forum İstanbul 2008
Forum İstanbul’da yurt içi ve dışından önde gelen uzmanlar, sivil toplum temsilcileri, iş dünyası liderleri, Gençlik Platformu sözcüleri, medya, bürokratlar ve siyasetçiler iki gün boyunca bir arada oldular. 21. yüzyılda Türkiye’yi tartıştılar. Bugünü anlatmaya, yakın geleceği anlamaya, geleceği aramaya çalıştılar. Forum İstanbul Başkanı Yavuz Canevi’nin vurguladığı gibi “bu hareketin zamanlamasının ne denli doğru olduğu görüldü” (www.forumistanbul.com). Bu yılki forumda son derece verimli geçen tartışmalar Avrupa konulu oturumda dikkat çekilen bir sorunun aşılmasına da katkıda bulunuyordu. AB ve Türkiye arasındaki ilişkiler çoğu zaman her iki taraftaki toplumların somut gündeminden uzak ve bilgi temeli zayıf bir zeminde gelişiyor. Çünkü AB’nin kurumsal karmaşıklığı Avrupa halklarıyla bile arasına mesafe koyuyor. Ayrıca küresel gelişmeler kamuoyunda kaygı tetikliyor. Türkiye’de de toplumun birçok kesiminde karamsarlık veya özgüvensizlik yeşerebiliyor. Halbuki Türkiye’nin AB üyeliği süreci ekonomiden, eğitime, enerjiden, tarıma birçok somut gündem maddesini yatay kesen bir çizgide gelişmekte.

Bu oturumu yönetirken, farklı kesimlerden konuşmacıların görüş birliğini gözlemlemek mümkün oldu. Açılış konuşmasını yapan Avrupa Parlamentosu eski başkanı ve Avrupa Hareketi Başkanı Pat Cox AB yurttaşlarının çoğunun Türkiye’nin Avrupa’nın ortak tarihi ve geleceğinde oynadığı rolü iyi bilmediğini anlattı. Avrupa parlamenteri Vural Öger ise AB kurumlarında çoğunluğun Türkiye’nin üyeliğinden yana olmasına dikkat çekti. Sonra oturumun panel konuşmacıları olan Euronews Brüksel temsilcisi Sergio Cantone, Die Welt gazetesi editörü Margaret Heckel, AB Komisyonu genişleme iletişim başkanı Gisela Gauggel-Robinson, İKV genel sekreteri Prof. Lerzan Özkale ve Avrupa parlamenter danışmanı Kader Sevinç arasındaki görüş alışverişi açıkça gösterdi ki “Türkiye AB ile ikili ilişkiler mantığını aşmalı, Avrupa ve dünyanın ortak siyasal ve ekonomik gündemiyle daha fazla bütünleşmeli.”

Avrupa’da Türkiye görüntüsü
Forum İstanbul’da Avrupa’nın etkili siyasetçisi Pat Cox’un Türkiye için dilekleri özellikle önemliydi: “Küresel ekonomide durgunluk yılı reform ve fırsat zamanıdır, yeni sorunlar yaratma değil. 21. yüzyılın en etkili Avrupa ülkesi olmak varken, Türkiye kısır siyasal döngülerde kaybolmasın.” Aynı görüşleri, aynı hafta Türkiye’yi ziyaret eden Avrupa iş dünyasının lideri ve sözcüsü BUSINESSEUROPE’un başkanı Ernest-Antoine Selliére ve Genel Sekreteri Philippe de Buck de vurgulamıştı. Türkiye’den TÜSİAD ve TİSK’in üyesi oldukları bu çok etkili kurumun başkanı, Başbakan Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren ve Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan’a da aynı destek mesajını verdi. Prof. Nazım Ekren de bir önceki hafta Prag’da birlikte katıldığımız bir konferansta Çek Cumhuriyeti Başbakanı Topolanek’in sözlerine atıfta bulundu: “Avrupa’nın küresel ekonomik rekabet gücü için Türkiye’nin kalkınmasını destekliyoruz.” Bu birçok AB siyasetçisi tarafından paylaşılan genel bir görüş. Son olarak Ankara’da TÜSİAD Bosphorus Ödülü töreninde İsveç Dışişleri Bakanı ve eski başbakan Carl Bildt de aynı yaklaşımı kuvvetle sergiledi. BUSINESSEUROPE Başkanı Selliére ise, Türkiye gezisinin olumlu etkisini İstanbul’da Avusturya Dışişleri Bakanı Plassnik ile bir akşam yemeğinde dışavurdu. Avrupa özel sektörünün duygusal ve yerel değil, akılcı ve küresel bir yaklaşım içinde olduğu için Türkiye’nin üyelik sürecine destek verdiğini belirtmek gereğini duydu.

Peki ama aynı günlerde Brüksel ne tartışıyordu? Bu yıl on yedincisi düzenlenen AB-Japonya zirvesinde yalnızca ikili ticaret sorunları yoktu. Afrika, Uzakdoğu, enerji, iklim değişikliği, küresel mali durum gibi uluslararası ortak konular mercek altındaydı. Aynı günlerde, Türkiye’nin aksine teknik uyum çalışmasını siyasal iradeyle destekleme başarısını sürdüren Hırvatistan iki yeni müzakere başlığı daha açtı. Bu arada AB siyaset oluşturma sistemi içinde bilgi teknolojileri, demiryolu taşımacılığı, rüzgâr enerjisi ve iç güvenlik gibi çeşitli konularda ilerlemeler kaydedildi. Tabii ki Türkiye de gündemdeydi. Yargı sürecine saygı ile demokratik bilgi birikimleri arasında sıkışarak yorum yapmakta zorlanan AB siyasetçileri bocalamaya devam ediyordu. Örneğin Kagider Başkanı Gülseren Onanç ve heyetinin kurumun Brüksel temsilciliğini ziyarete gelen AB Komisyonu üyesi Spidla veya diğer AB yetkilileriyle verimli görüş alışverişleri, girişimcilik ve kadın hakları konularını aşıp, parti kapatma davalarına da uzanıyordu.

Bu arada Türkiye denince akla ekonomik dinamizmin geldiği “eski” günlerin iyimserliğini filizlendiren bir etkinlik özellikle dikkat çekti. Dünya Bankası 2008 Türkiye raporunu açıkladı (www.worldbank.org.tr). Brüksel’in önde gelen düşünce kuruluşlarından The European Policy Center tarafından düzenlenen konferansa ilgi yüksek oldu. Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı, Dünya Bankası Türkiye Direktörü Ulrich Zachau, AB Komisyonu Genişleme Direktörü Christian Danielsson ve Ankara Üniversitesi’nden Prof. Ercan Uygur ile birlikte bu raporu yorumladık. Türk iş dünyasının ve diğer konuşmacıların değerlendirmeleri arasında bundan belki de on yıl önce mümkün olamayacak bir görüş birliği ortaya çıktı. “Türk ekonomisi son yıllarda makro-ekonomik istikrar ve büyüme yönünde başarıyla ilerledi. Fakat küresel rekabet çetin; çok daha kapsamlı ve hızlı reforma ve etkin yönetime gerek var.”

Dünya Bankası’ndan Türkiye’ye destek: Aslında aynı görüşler Brüksel ve diğer AB başkentlerinde siyasal koridorlarda, şirket yönetim kurulu odalarında, akademik raporlarda ve medyada da yankılanıyor. Türkiye 2013 yılına kadar kişi başına düşen ulusal gelirini ikiye katlamayı amaçlamakta. Ekonomi son 2001 krizinden sonra yılda yüzde 7,5 büyüdü. Ülke genelinde yoksulluk 2003-2006 yılları arasında halkın yüzde 28’inden yüzde 18’ine düştü. Bu 7 milyon kişinin yoksulluk eşiğinin üzerine çıkması demek. Dünya standartlarında günde 1 doların altında gelir sahibi ileri yoksulluk seviyesinin altında yaşayanların sayısı 10 binden az (nüfusun yüzde 0.01’i). Türkiye AB’nin dört Maastricht para birliği kıstasından bütçe açığı ve kamu borçlarına yönelik olan ikisinde hedefe ulaştı (yüzde 1,5 ve yüzde 39), enflasyon ve faiz oranlarıyla ilgili diğer ikisinde de olumlu eğilimler içinde (yüzde 9 ve yüzde 18). Türk ekonomisi bu dönemde 2006 ve 2007 yazlarında uluslararası piyasalardan kaynaklanan dış şoklara ve iç siyasal çalkantılara karşı dayanıklılığını ispatladı. Son yedi yılda dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasındaki konumunu iyice pekiştirdi.

Bu başarıların temelinde çeşitli etkenler var:

· Aynı dönemde küresel ekonominin geçmekte olduğu uzun büyüme dönemi.

· Ecevit, Gül ve Erdoğan hükümetlerinin siyasal istikrar ve iradeleri ve toplumun girişimcilik gücü.

· IMF ile etkin bir şekilde uygulanan ekonomik programın iç ve dış piyasalar üzerindeki olumlu etkisi.

· AB üyeliği hedefine yönelik demokratik, ekonomik ve sosyal reformların yarattığı “21. yüzyılda yükselen güçlü ülke” olgusu.

· AB ile müzakerelerin başlamasıyla tetiklenen dış sermaye girişi, turizm, ihracat ve teknoloji yatırımlarındaki önemli artış.
Fakat 2008 yılında ABD’den yayılan mali kriz dalgalarıyla dünya ekonomisi artık yavaşladı. Türkiye’de ise “demokrasi-laiklik-Anayasa” ekseninde kırılma var. Fay hattı kaynıyor, siyasal deprem beklentisi artıyor. Toplumsal kalkınma ve ekonomik istikrar hedefleri yıpranıyor. Siyasal partiler halkın takdirini kazanmak için bu hedeflere yönelik somut siyasetler üretme çabası içinde gözükmüyor. Ülke kaybediyor. Dünya Bankası ise Türkiye’yi uyarıyor:

· Cari giderler açığı ve enflasyonda olumsuz eğilimler denetim altına alınmalı: daha iyi yatırım ortamı, vergi politikaları, kayıt dışı ekonomi ile mücadele, insan sermayesine yatırım, ülke imajı ve ihracat, turizm politikaları ve kamu giderleri disiplini gerekiyor.

· Verimlilik çok öncelikli bir hedef. Türkiye özellikle Gümrük Birliği sayesinde bu yönde çok ilerledi, fakat halen Avrupa ortalamasının yüzde 40’ı seviyesinde. İş gücünün esnek kullanımı, enerji, teknoloji ve KOBİ’lerin finansman olanakları alanlarında dolu bir siyaset gündemi olmalı.

· Kamu reformu gerekiyor; bürokrasi ve yargı sistemi daha iyi koşullarda çalışmalı; yolsuzluktaki azalma sürmeli; ekonomi yönetimi daha da etkinleşmeli.

· Nüfus ve iç göç hareketleri ülkenin geleceğini şekillendiriyor. İstihdam politikaları temel bir siyasal öncelik olmalı. Özellikle genç işsiz nüfus çok ciddi bir toplumsal çöküşü tetikleyebilir.

· Bölgesel kalkınma politikaları yalnızca bir yardım değil, daha ziyade ulusal kalkınmaya katkı olarak tasarlanmalı.

· Eğitim Türkiye’nin en önemli kamu politikası bahsidir. Teknolojik altyapı, eğitmenlerin koşulları, içeriğin 21. yüzyıla uyum sağlaması, kız çocuklarının okullaşması ve meslek eğitimi konularında Türkiye çağ atlamakta daha fazla gecikmemeli.

· Türkiye doğa zengini fakat kaynaklarını iyi kullanamıyor ve tüketiyor. Mevcut politikalar bu yönde bilinçli, fakat daha fazla siyasal irade ve etkin uygulama gerek.

Bu çerçevede AB sürecinin daha iyi değerlendirilmesi için Dünya Bankası üç konuya özellikle dikkat çekiyor:
1. AB reformları Türkiye’de daha çok yatırım, bilgi, teknoloji, dış kaynak ve verimlilik yaratan bir mevzuat ve siyasal ortamına kavuşturuyor.
2. Türk tarımının acil gereksinimi olan reformlar, Avrupa pazarına ulaşım ve AB’nin Ortak Tarım Politikası ile etkili olacak.
3. Sosyal haklar, bölgesel kalkınma, doğal kaynaklar, eğitim koşulları, tüketici hakları gibi toplumsal kalkınma hedeflerine ulaşmada AB süreci en etkili araç.

Kısaca ’Banka’ olarak da tanımlanan Dünya Bankası bu konularda yalnızca uyarmıyor. Türkiye için 20082011 stratejisi kapsamında 6,2 milyar dolar tutarında proje finansmanı sağlıyor. Ayrıca bünyesindeki Uluslararası Finans Kurumu ve diğer ajanslarla özel sektöre ve sivil topluma büyük destek sağlıyor. Dünya Bankası bir Birleşmiş Milletler kurumu. Kamuoyunda genelde sanılanın aksine, ticari anlamda bir borç para kaynağı da değil. Üyeleri 184 ülke. Washington’daki merkezi ve 109 ülke ofisinde hemen hemen dünyanın dört bir yanından 10 bin kadar yüksek nitelikli çalışana sahip bir kurum. Bir bilgi, deneyim, analiz ve çözüm bankası.

Dünya Bankası Türkiye Raporu çok önemli konulara değiniyor. Türk halkının refah ve güvenlik içinde bir geleceğe ulaşması için gerekli ilerlemelere işaret ediyor. Türk devlet birimlerinin analizleri de aynı yönde. AB Komisyonu da bu yönde raporlar hazırlıyor, projeleri destekliyor. Sivil toplum ve özel sektör aynı hedeflere odaklı çalışıyor. Forum İstanbul’dan, Avrupa iş dünyasından ve deneyimli siyasetçilerden Türkiye’nin geleceği için aynı umut, güven ve dostça uyarı mesajları geliyor. Geriye çok önemli bir temel sorun kalıyor: Neden ülkenin siyasal gündemi başka telden çalıyor?