Doç. Dr. Erkan Yüksel
İletişim biliminin önemli isimlerinden Prof. Dr. Maxwell McCombs, Eskişehir’i ziyaretinde şehrin en işlek sokağında yan yana dizili küçük dükkânları gördüğünde “bir zamanlar bizde de benzer dükkânlar vardı. Ancak artık yalnızca tek binadan oluşan büyük alışveriş merkezler var. Arada, olsa olsa 30 yılılk bir fark olabilir” demişti. Bu sözleriyle sanki Türkiye’nin de Amerika’ya benzeme yolunda hızla ilerlediğini ima etmişti.
Günümüzde, ülkenin kuzeyindeki kentlerden farklı olarak Texas’ta küçük dükkânların sayısı “yok” denilecek kadar az. Bundan 30 yıl önce durum nasıldı bilemiyorum ama şimdilerde “ekmek” almak için bile otomobilinize binip, ancak belirli yerlerdeki ve sınırlı sayıdaki büyük süpermarketlere ya da alışveriş merkezlerine gitmeniz bir zorunluluk.
Amerika’nın ticari yapısındaki bu değişim, kendisini medya sektöründe de gösteriyor. Küçük kent gazeteleri birer birer medya gruplarının ya da holdinglerinin bir parçası haline gelmiş durumda. “Büyük balık, küçük balığı yutar” tezinin geçerli olduğu ticari medya dünyasında, belki de artık “daha büyük balık, büyük balığı yutar” tezi ispatlanmaya çalışılıyor.
BÜYÜK MEDYA GRUPLARI
1972’de kurulmuş olan CNN’in de sahibi Time Warner grubu günümüzde internet, gazete, dergi ve kitap yayımcılığı, müzik, film, kablo yayıncılığı, elektronik, basketbol takımı, iletişim ve televizyonculuk alanındaki yüzlerce uğraşıyla 40 milyar doların üzerindeki geliri ve 85 bine yakın çalışanıyla “en büyük” konumunda.
Walt Disney-ABC ise 10 televizyon istasyonu, 28 radyo, 21 dergi ve çok sayıda internet, yayıncılık, müzik ve sinema yapımcılığı şirketiyle yıllık 30 milyar dolara yakın geliri ve 130 bine yakın çalışanıyla bir başka “büyük”.
USA Today’in sahibi Gannet ise ülkenin en büyük gazete yayımcısı. 101 gazetenin sahibi olan grubun 7,6 milyonluk günlük tirajı var. Grubun ayrıca 130 internet haber sitesi, 22 televizyon istasyonu, pazarlama şirketi ile beyzbol takımı ortaklığı bulunmakta.
Ülkenin en çok izlenen ve 200’den fazla kanalın yer aldığı televizyon şebekesi CBS’in sahibi Viacom ise bir başka uluslar arası medya devi. Şirket diğer televizyon şebekeleri dışında Paramount Pictures ve televizyonu ile eğlence parklarının da sahibi.
150 milyar doların üzerinde gelire sahip elektronik devi, General Electric’te 315 bin kişi çalışıyor. NBC televizyon şebekesinin sahibi olan şirket ayrıca CNBC, MSNBC, History Channel, PAX gibi televizyon şebekelerinin de sahibi.
1980’de kurulan News Corporation, FOX televizyon şebekesi ile tanınan uluslar arası şirketler grubu. 32 televizyon istasyonuna, New York Post gazetesi, Harper Collins yayınevi grubu, seyahat şirketleri, film yapımcılık şirketi, beyzbol ve basketbol takımları ile çok sayıda iletişim ve internet kuruluşuna sahip şirketin 24 milyara yakın geliri ve 38 bin çalışanı var.
Bunların dışında kimi “küçük” ama “büyük” medya şirketlerinden de söz etmek gerekiyor. Her birinin gazetesi, televizyonu ya da kablo televizyon şebekesi bulunan bu tür şirketler arasında Scripps, Dow Jones, Hearst Corporation, Knight Ridder, Tribune, Advance Publications, Cox Enterprises ve Belo sayılabilir. Ayrıca en tanınan ve birbirine rakip olan New York Times ve Washington Post’un da kendi medya şirketleri var. Times grubunun 18 gazetesi, şebekeye bağlı sekiz televizyonu, iki radyo istasyonu, 40’tan fazla web sitesi bulunuyor. Newsweek dergisinin de sahibi olan Washington Post grubu ise daha başka üç gazete, altı televizyon istasyonu, eğitim ve kariyer alanında öncü Kaplan firması ve başka ortaklıkların da sahibi.
Sonuç olarak günümüz Amerikan medya endüstrisinde; ticari amaçlı büyük medya gruplarının uluslar arası şirketleşme sayesinde daha da büyümesi, şirket evlilikleri, rakip olunmayan alanlardaki ortaklıklar, elektronik, turizm, eğlence ve spor gibi alanındaki medya dışı faaliyetler, reklâm anlaşmalarına dayalı işbirlikleri, resmi kaynaklarla yakın temas ve sürekli ayakta kalabilme ve daha da büyük olabilmek adına verilen ciddi rekabet, dikkati çeken bazı noktalar.
HABERCİLİK ANLAYIŞI
Medyanın yasama, yürütme ve yargı güçlerinin yanında, toplumsal dengelerin sağlanması adına “dördüncü güç” sayılması, Anayasa ile basın özgürlüğünün ciddi bir biçimde korunması, hükümetin sansür girişimlerine karşı gazetecilerin kazandığı önemli davalar hatta, bir habercilik başarısı olarak Watergate skandalı ile Başkan Nixon’ın istifası Amerikan haberciliğinin önemli kilometre taşları.
Ancak daha sonra Vietnam Savaşı sırasındaki habercilikten hükümetlerin aldığı dersten ve bu dersin önemli bir ilk uygulaması olan 1991’deki Körfez Savaşı’ndan ve oradan da kazanılan deneyimden sonra 11 Eylül saldırıları ve Afganistan operasyonundan, ardından Irak harekatı ve işgalinden de söz etmek ve habercilikte savunulan “yüce değerler” adına, “doğruluk”, “gerçeklik” ve “tarafsızlık” adına önemli bir yapısal dönüşümden daha söz etmek gerekiyor.
Bir yandan şirket yapısı değişen medyanın, diğer yandan habercilik anlayışında da önemli bir değişim yaşıyor. Amerikan medya tarihindeki kimi dava ve olaylarla karşılaştırıldığında bugün gelinen noktanın giderek daha fazla kar ve çıkar amaçlı hale geldiğini söylemek mümkün. Başta televizyon programları olmak üzere daha fazla reklâm verenlere bağımlı ya da işbirliği içinde geliştirilen yayın içerikleri, haber programlarında da etkisini gösteriyor.
Benim en çok merak ettiğim ise bu “koşunun” daha fazla “nereye” kadar olduğu… Örneğin reklâm verenlerin artık giderek büyüyen reklâm maliyeti karşısında kendi televizyon kanallarını kurmaya başladıkları, kimi reklâm verenlerle medya şirketleri arasında yalnızca o iş kolunda o şirketin ürünlerinin gösterilmesi gibi anlaşmaların yapıldığı, medya yöneticilerinin resmi kaynaklardan gelen ve haberleri doğrulatma kaygısını tamamen yitirdikleri ve eleştirel haberciliğin, araştırmacı gazeteciliğin giderek çok daha geri planlara itildiğine ilişkin haber ve yorumlar geliyor. Ticari işbirliklerinin giderek daha fazla derinleştiği ve şirket evliliklerinin ulaştığı boyutlar konuşuluyor. Peki, bu süreç daha başka nereye ulaşacak, onu merak ediyorum…
TÜRKİYE’DEKİ MEDYA YAPISI
Öte yandan Türkiye’deki medyanın sahiplik yapısı anlamında da benzer kimi noktalara işaret etmek mümkün. Gazete sahibi gazeteciler devrinin 1980’lerle birlikte değişmeye başlayan yapısı artık “tekelleşme” ya da “holdingleşme” tartışmalarının da sonunu getirmiş durumda. Çünkü başyazarının tek başına sahibi olduğu tek bir büyük gazete kalmadı.
Her ne kadar medya holdinglerinin finans sektörü ile ilişkileri yaşanan krizler ve batan bankalardan sonra değişmişse de medya holdingleri bünyesinde, medya dışı faaliyetlerinin gelir kaynaklarının önemli bir bölümünü oluşturuyor.
Ayrıca gelir rakamları henüz kıyaslanacak boyutlara ulaşmasa da, holdinglerin birden çok televizyon kanalının, radyonun, gazete, dergi ve internet sitesinin sahibi olma aşaması da tamamlanmış durumda. Kitap yayımcılığı, müzik endüstrisi ve film yapımcılığı alanında da kimi ciddi girişimler söz konusu.
Ancak bu benzer gelişmeler bir yana, daha başından beri Türkiye’nin yapısal anlamda toplumsal, siyasal, ekonomik ve yasal niteliklerinin farklılığının da altını çizmek ve tartışmadan uzak tutmamak gerekiyor. Çünkü orada da çokça eleştirildiği gibi belki de “vahşi kapitalizm” uygulamalarının doğurduğu, özellikle çalışanları mağdur eden, insan unsurunu ikinci plana iten ve kamu yararından önce kişisel çıkarları gözeten pek çok “olumsuz” uygulamanın varlığı söz konusu…
Yine de, özellikle 1980’lerden beri medyadaki “gelişimin” önüne çıkan kimi yasal engeller, “yasal boşluklar” olarak yorumlanmış, kimileri by-pass edilmiş, kimileri görmezden gelinmiş ve kimileri aşılamamış olsa da “gelişim” adına daha yapılacak çok iş var.
YAPILACAK İŞLER
Örneğin eğlence sektörü, temalı parklar ve spor takımlarına ilişkin yatırımlar, reklâm verenlerle işbirlikleri, rekabet edilmeyen alanlardaki, örneğin müzik şirketleri ile film şirketleri arasındaki anlaşmalar, kablolu yayıncılık, internet yatırımları, kitap sektörüne de reklâmcılığın girmesi, taksi ve otobüslerden sonra, hatta polis araçlarına reklâm alınması, okullara reklâm alınması, okul kantinlerine özel yayın yapan televizyon kanallarının kurulması, marketlerde reklâm yayını yapan özel televizyon kanalları, radyolar, daha özel alanlara yönelik çeşitli kanallar, uluslar arası medya holdingleri ve reklâm verenlerle ortaklıklar ve belki de yerel gazetecilik alanında girişilmesi gereken rekabet ya da işbirlikleri gündemdeki ya da belki de önümüzdeki dönemde gündeme gelebilecek konu başlıkları.
Türkiye’nin giderek daha fazla ticarileşen medya yapısı anlamında Amerika’yı kaç yıl geriden takip ettiğini tam olarak söyleyemesem de, hangi yolda ilerlediğimizi ve yukarıdaki örnekler gibi önümüze daha başka nelerin çıkabileceğini söyleyebilirim.
Hep tekrarlıyorum: “Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok”. Oraya bakıp burada neler olabileceğini genel hatlarıyla görmek mümkün.
Ancak bu “gelişme” içinde beni kaygılandıran ve geleceğimiz adına beni düşündüren şey, medya yapısındaki bu dönüşümün sonunun ne olacağı. Çünkü bu dönüşüm, aynı zamanda toplumun diğer yapılarındaki değişimin de bir parçası ve çoğu zaman da öncüsü. O nedenle, çoğulcu demokrasilerin geleceği ve toplumsal yaşamın dönüşümü adına “bu işin sonunun nereye varacağının” ipin ucu kaçmadan yanıtlanması gereken önemli bir soru olduğunu düşünüyorum. (www.dorduncukuvvetmedya.com)