Acı haberler, yürek parçalayan görüntüler, bol bilinmeyenli denklemler, suçlamalar ve eleştiriler arasında hepimiz zor günler yaşıyoruz. Kapıları dışarıdan kapatılmış, hiçbir durakta durmadan, hızla toplama kampına doğru yol alan bir trenin tutsakları gibiyiz. Böyle bir ortamda çalışmak da, yatırım planları yapmak da zor.
Son aylarda Anadolu’daki pek çok ilde yatırımcılarla konuşma fırsatım oldu. İşadamları sohbetlerimizde, emeklerinin karşılığını alamadıklarından, piyasadaki karamsarlığın olumsuz etkilerinden ve küresel rekabetten dert yandı. Ancak her şeye rağmen yatırımlarını sürdüreceklerini dile getirdiler. Sohbetlerin ortak noktası, genel olarak Türk ürünlerinin katma değerinin düşüklüğüydü.
Ürünlerimiz, doğal ve tarihi mirasımız, hizmetlerimiz ve insan kaynaklarımızın değerini algılar belirliyor. Türkiye markasının gölgesi, ülkemizde yaratılan her şeyin üzerine düşüyor, rekabetteki konumu belirliyor. Patlayan bir bomba turizmde panik yaratıyor; hormonlu domatesler tarımda, çalınmış makaleler akademik dünyada, hükümetteki sorunlar dış yatırımcıların planlarında yankılanıyor. Türkiye’den yola çıkan her kuruluşun ‘taksimetresi’ eksiyle açılıyor. Türk yatırımcı, ürününün kalitesini, üstün yanlarını anlatmak için rakiplerinden çok daha fazla uğraşıyor ve çoğu kez en yüksek değerini elde edemeden satış yapmak zorunda kalıyor.
KAYNAKLAR BOŞA HARCANIYOR
‘Made in Turkey’ yalnızca bir etiket olarak görüldüğü, ülkemizin algı yönetimi uzman olmayan kişilere emanet edildiği için tanıtım kaynaklarımız genellikle boşa harcanıyor. Kimse de hesabını sormuyor, soramıyor. Oysa Türkiye markasının değerini artırmak bir ulusal hedef haline getirilmeli, konuya bilimsel bir açıyla ve uzun vadeli planlarla yaklaşılmalı.
Dünyada İspanya, Japonya, Kore, İrlanda gibi çok başarılı örnekler, uzmanlar ve bilim insanları var. Adı sanı duyulmamış şirketlere şaibeli ihalelerle reklam kampanyası yaptırmaktan, kalabalık heyetlerle yurtdışı geziler düzenlemekten öte ciddi yaklaşımlar gerekiyor.
Sağlam stratejiler olmadan bir yere varılmadığı kesin.
Ülkemizin markasını, bayrağımızı özen, sevgi, saygıyla korumalı ve en başarılı ticari markalar kadar sağlam stratejilerle yönetmeliyiz.
Ülkemizi sevdiğimiz kadar itibarımızı da sevmeliyiz.