Çok iddialı bir soru… Gazetelere ya da gazetecilere “hiç kimsenin” inanmadığını ya da güvenmediğini söylemek zor. Hatta sayıları az da olsa kimilerine herkesden fazla güven duyulduğu da söylenebilir. Ancak genel olarak gazetecilik mesleğine duyulan güvenin geçmişe oranla azaldığını söylemek belki daha doğru.
“Peki, gazetecilere duyulan güven neden azılıyor? İnsanlar neden “hiç kimsenin” gazetecilere güvenmediğini düşünüyor?”
Birine ya da bir şeye duyulan güven neden azalır? O kişi ya da o şey güveni sarsacak söz ya da davranışlar sergilemiştir de ondan. Sorunun en basit ve ilk akla gelen yanıtı bu olsa gerek. Ancak konuyu açıklamak adına başka unsurlardan da söz etmek gerekiyor. Örneğin gazetecilikte geçmişe oranla artan rekabet, rekabetin getirdiği “ucuz” içerik insanların güveninin azalması üzerinde etkili olmuştur.

GÜVEN EROZYONU
Geçmişe oranla artık daha fazla kaynaktan bilgileniyoruz. Tek bir haber kanalının söylediği “doğru ya da yanlış” bilgi yerine şimdi farklı kaynaklardan aynı konuda birden çok ses duyuyoruz. Bu seslerin aynı konuya ilişkin farklı şeyler söylemesi de akıllarda soru işareti uyandırıyor. “Hangisi doğru?”
Bu soru, genel olarak habercilik mesleğine yönelik bir şüpheyi gündeme getiriyor. Örneğin “basit” bir trafik kazası haberi bile; nedenleri, ölü ve yaralı sayısı, hatta araçların cinsine varıncaya dek farklı gazetelerde farklı biçimde yazılabiliyor. Televizyonda görüp duyulan haber ile gazete yazan farklı olabiliyor. İnsanlar da bu durumda hangisine inanacaklarını şaşırıyor ve bir “güven sorunu” ortaya çıkıyor.
“Peki, aynı olaya ilişkin gazetelerde yayımlanan en temel bilgiler bile neden birbirinden farklı?”
Gazetelerin aynı olayı birbirinden farklı biçimlerde sunması öncelikle “bakış açısı” farkına bağlanabilir. Ancak olaya ilişkin “görünen gerçeğin” doğru yazılmaması, eksik, yalan ya da yanlış yazılması başka bir şeydir. Gazetecilikte de asıl sıkıntı bakış açısı farkından değil, gerçeğin bilinçli ya da bilinçsiz çarpıtılmasından kaynaklanmaktadır. Güveni zedeleyen şey de budur.

UCUZ İÇERİK
Kişisel kanaatim, gazetecilikte artan rekabet; yayınların dinleyici, okuyucu ya da izleyici çekmesi ilkesine dayanan ticari amaçlı kaygıları ön plana çıkarmaktadır.
Cirosunun büyük bölümünü okurlarından değil de reklâm verenlerden ya da başka kaynaklardan elde eden bir ticari işletmenin temel hedefi “kaliteli içerik” sağlamak değil, daha fazla reklâm almak ya da çıkar sağladığı kaynaklara hizmet yönünde görülmektedir.
Daha fazla reklâm almanın yolu daha çok insanı ekran karşısına toplamaktır. Başka bir deyişle, reklâm verenin istediği niteliklere sahip “en çok sayıda” insanı ekran karşısına dikmektir. Bu da “en küçük ortak bölen” bulunarak yapılır. Örneğin bu anlayışa göre; bir trafik kazası haberini 7’den 77’ye herkes izlemek istemez ama hayvanat bahçesindeki zebranın hikâyesi herkesin ilgisini çeker. Bir siyasi liderin açıklamalarından çok mayolu-bikinili görüntüler ön plana çıkar.
Hem siyasi içerikli haberler “suya sabuna dokunan” haberlerdir ve birilerinin hoşuna gittiği kadar, diğerlerinin hoşuna gitmez. Ayrıca yayın organının rengini belli eder. “Tuzsuz aşım, dertsiz başım” kaygısı da magazin haberlerine kapı açar. Özellikle 1980 sonrası magazin haberciliğinin artışında siyasi içeriğin sansürlenmesinin büyük rolü vardır.
Ayrıca “gerçek” ya da “kaliteli” haber pahalıdır. Daha çok emek, daha çok zaman ve masraf gerektirir. En başta muhabir kadrosuna daha fazla ödeme yapılması anlamına gelir. Oysa ucuz muhabir, ucuz haber demektir.

MAHALLENİN DEDİKODUCUSU
Günümüzde sayısı artan yayın organları akasında yükselen rekabet; haber kalitesinin artması yerine, “ucuz” içeriklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Durum böyle olunca da habercilikte “kamunun doğru bilgilenmesi adına” güdülmesi gereken, “bilgilerin doğruluğunun kontrol edilmesi” ve “güvenilirliğin sağlanması” gibi kaygılar arka plana itilmektedir.
İçerikteki ucuzlama çerçevesinde de gazetecilerin yalan, yanlış, iftira, dedikodu ya da tek yanlı habercilik gibi kimi zaman “maksatlı” kimi zaman özensiz ya da dikkatsiz yayınlar yapması konusunda eleştiriler yükselmektedir.
Oysa gerçeğin ve doğrunun peşinde zamana karşı koşan gazetecinin en büyük görevi, en tarafsız şekilde, en az iki ya da üç kaynaktan doğruluğunu ve güvenilirliğini kontrol ettiği haberleri okura sunmaktır. Bunun dışında yapılan iş, gazeteciliğin “altın” kuralları ile bağdaşmaz.
Dünyanın en saygın gazeteleri okura sundukları “doğru bilgi” ile övünür. Yanlış bir bilginin üzerine özür dilemesi ve bilgiyi doğrulaması ile bilinir. Yoksa gazetecilik dedikoduculuk mesleği değildir. En güzel küfrü etme ya da methiyeler düzme mesleği değildir. Eğer gazeteler ya da gazeteciler “mahallenin dedikoducusuna” dönmüşse, elbette onlara güven duyulmaz.

HABER KUMARI
Gazeteciliğin en önemli kuralı bilginin elde edilmesi ve bu bilginin kontrol edilip doğrulandıktan sonra yayımlanmasıdır. Gazeteciliği dedikoduculuktan ayıran en önemli unsur budur. Gazetecilikte elbette duyum almak önemlidir ama bu duyumu yayından önce doğrulatmak sanırım ondan daha önemlidir.
Gazeteciler gerçekler hakkında risk almaya başladıklarında artık okurlarının güvenleri üzerine kumar oynuyorlar demektir. Bu kumar her zaman tutmaz. Geçmişte bunun örneklerini çok yaşadık. Hatırlarsınız…
Örneğin bir spor kulübünün kutlama gecesine gitmeyen gazete, “muhteşem” gecenin haberini basmıştı. Ancak hava muhalefeti nedeniyle kutlama iptal edilmişti. İptal edilen gecenin “muhteşem haber kumarı” tutmamıştı.

ALTIN ARAMAK
Gerçeği bulmak her zaman işlerin en zorudur. Hatta kimi zaman altın madeni bulmakla eş anlamıdır. Emek, zaman, sabır, dikkat ve akıl gerektirir. Tecrübe, bütün bunların bileşkesidir. Altın bulmak için kimi zaman birden çok nehri denemek gerekir. Her nehirde altın çıkmaz. Ve belki altın bulmak için tüm nehirleri baştan sona elemek, elekten geçirmek gerekir. Tüm çakıl tanelerini suyla yıkamak, varsa altını çamurdan arındırmak, bulup çıkartmak gerekir. Ancak çamurdan arındırılan bilgi gerçek altındır. Çamurlu bilgi ise “çamur at izi kalsın” demektir.
Gazetecilik salt gerçeğin ve doğrunun peşinde koşup en tarafsız bilgiyi sunduğu sürece güvenilir bir meslek olacaktır. Çünkü çakıl tanelerini altın rengine boyamak kimi ne kadar kandırabilir?