BRÜKSEL – Siyasetçiler de bir açıdan bilgisayar programları gibidir: seviyeleri yükselir, ‘upgrade’ olabilirler. Kullananlar için daha donanımlı, dostça, çözüm getirici, günlük yaşamlarını, işlerini, yaratıcılıklarını, ufuklarını daha ileriye taşıyıcı olurlar. Bazen de bir alt modele düşer, ‘downgrade’ olurlar.

Başarılı bir başkan veya başbakan ‘devlet adamı’ olarak ‘upgrade’ olabilir. Tarihsel bir kişiliğe ve evrensel bir takdire ulaşır böylece. Bazen ise kendini ‘parti başkanı’ konumuna ‘downgrade’ edecek bir girdaba düşebilir. Bir parti başkanı da başbakan bile olmadan ‘upgrade’ olabilir. ‘Devlet adamı’ seviyesine erişir Topluma sunduğu vizyon, güncel sorunlar karşısında önerdiği somut çözümler ve uluslararası etkinlikleri sayesinde bir ulusal önder konumuna gelir. Dünya demokrasileri nice bu tür örnekle doludur.

Demokrasinin evrimi

Ülkeleri siyasetçiler yönetiyor. Demokrasilerde halk kendi arasından, kendisini yönetmeye en yetenekli gördüğü kişileri yönetime getiriyor. Ya da kendi arasından kendine en yakın gördüklerini. Ya da en sevdiği, inandığı, çıkar beklediği, güven duyduğu, etkilendiğini… Çoğu zaman da tüm bu etkenlerin karışımı sonucunda belirleniyor ülkelerin yönetimleri. En başarılı demokrasiler ise, yalnızca bir öndere bağlı kalmadan, yetkin takımlar tarafından yönetilenler; iyi yönetimin ölçütlerinin bilincindeki seçmenlere sahip olanlar.

İyi yönetim her toplumun peşinde olduğu bir rüya belki de. Zaman zaman gerçekleşen, zaman zaman kâbusa dönüşen. Sonuçta her zaman bir sonu olan, fakat yeniden başlayabilen. Dünya Soğuk Savaş sonrasında dalga dalga iyi yönetim özlemine yaklaştı; yaklaştıkça da kriz dalgalarının sarsıntısı arttı. Devletin ekonomideki rolü, piyasaların düzeni, teknolojinin toplumsal kalkınma ve demokrasiye etkisi, küresel eğilimlerle ulus-devlet ilişkisi gibi bir çok boyutta insanlık uygarlığının demokrasi deneyimi evrimine devam ediyor.

Böyle dönemlerde geleceğe uzanan analizlerde geçmişin örneklerine yalın bakış açıları ön plana çıkabilmekte. ABD’den tetiklenen son finans depremi sonrasında, 1929 ekonomik krizini inceleyen haberler, analizler, yorumlar tüm dünya medyasında yer buldu. Çin’de ekonomik büyüme yavaşlamaya başlayınca, sosyal tepkilerin ülke tarihindeki örnekleri daha bir yakından incelenir oldu. Rusya ile Gürcistan arasındaki çatışma ile döndük Soğuk Savaş yıllarının SSCB’li değerlendirmelerine. Türkiye’nin son iki yıldaki yıpratıcı siyasal gündemi de ister istemez Menderes veya Enver Paşa’lı tarih sayfalarının derslerine referansları artırdı kamuoyu tartışmalarında.
Yalın bakış açısı arayışlarını yakın tarihin siyasal önyargılarının etki alanından uzak tutmak için, daha eskilerden örneklerin de bir katkısı olabilir. En azından, belki bir tekrar fakat ilginç bir tarihsel yolculuk olur  umarım.

Gotik bir rüya

Zaman makinasının varış noktası 14. yüzyılda İtalya yarımadası. Bir zamanlar Avrupa siyasi haritasında küçük fakat güçlü bir devlet: Siena Cumhuriyeti. Avrupa’da kent devletler, feodal prenslikler, küçük krallıklar devri. Ülkeler arası sınırlar henüz belirgin değil. Ticaret yollarının Amsterdam, Londra, Anvers, Heidelberg, Salzburg, Lizbon, Prag, Sevilla, Cenova, Venedik, Marsilya, Kiev gibi kentler arasında çizdiği coğrafya daha baskın. Roma İmparatorluğu Batı’da dördüncü yüzyılda çökmüş. Doğu’daki mirasçısı Bizans ise uzatmaları oynamakta. Osmanlı İmparatorluğu yükseliyor, İpek Yolu’nu denetimi altına alıyor yavaş yavaş. Güney’de Afrika ötesi, Batı’da okyanusun sonu bilinmiyor henüz. Tüccarları, bankerleri, sanatçıları, filozofları, esnafı, bilginleri ve bunlardan oluşan kentsoylularıyla Avrupa hızlı bir evrim içinde. Uygarlıkta Rönesans’a, dinde reforma, ekonomide yeni bir küreselleşme dalgasına ve siyasette güçlü egemenlik alanlarına doğru ilerliyor küçük kıta.

Orta Çağ İtalyası kent devletlerinden oluşuyor: Floransa, Venedik, Siena, Pisa, Cenova, Lucca …. Yeni Çağ yaklaşırken birer siyasal ve ekonomik güç noktası konumuna erişiyor bu kentler. Özellikle onbir ile on beşinci yüzyıllar arasında zirveye ulaşan birer yönetim modeli geliştiriyorlar. O dönemin koşullarında, göreceli olarak demokratik, laik ve girişimci nitelikleriyle siyaset bilimi için de birer ilgi odağı oluşturmaktalar. Venedik bin yıl süren bir kent devleti sistemini işletmeyi başarıyor. Floransa ile rekabette önce muzaffer sonra mağlup duruma düşen Siena ise bir süre sonra yüzyıllar süren bir uykuya dalıyor; romantizmin cezp ettiği turistler tarafından keşfedilene kadar.

Antik çağın kent devletlerinde olduğu gibi kölelik yok Orta Çağ’da. Fakat diğer kötülükler var: savaş, katliam, zorbalık, ayrımcılık, oligarşi, engizisyon ve veba. Tam bir güvensizlik ortamı. Fakat her şeye rağmen aristokrasi, kentsoylular, çiftçiler ve siyasetçiler belli bir hukuk düzenini korumaya çalışıyorlar. Daha devrim zamanı değil kentsoylular için. Arada bir ulaşılan istikrar ortamları, insanlara ideal bir düzen düşlemeleri için gerekli şevki vermekte. Ütopya serbest. Belki de bazı açılardan insanlık uygarlığının diğer dönemlerinden ve bugününden pek farklı bir çağ değil.

Duvarda bir siyaset tablosu

Toskana bölgesinin zeytinlikleri, üzüm bağları, ayçiçeği tarlaları, selvi ağaçları ve sarı-turuncu taştan evleriyle, renkli ve kavisli coğrafyasının ortasında, kiremit çatıları, kuleleri ve kubbeleriyle yükseliyor Siena kenti.

Kentin orta yerinde, bir krater gibi biçimlenen dünyanın en ilginç meydanlarından Campo. Midye kabuğuna benzeyen eğri geometrili meydanın bir ucunda, göğe yükselen kulesiyle belediye binası. Özgün ismiyle Palazzo Pubblico, Halk Sarayı.
Sarayın içinde görkemli bir meclis salonu: kenti 1287 ile 1355 yılları arasında yöneten dokuz halk temsilcisinin toplandığı Sala dei Nove, Dokuzlar Salonu. Duvarlarda ise, Ambrogio Lorenzetti’nin dev freskleri: ‘İyi Yönetimin Etkileri’ ve ‘Kötü Yönetimin Etkileri’.

Çağın estetiğini sergilemekle kalmayan, aynı zamanda siyasal ideallerini de yansıtan bir siyaset dersi süzülüyor bu duvar resimlerinden. Ulusal, bölgesel, yerel, ulusüstü … Her düzeyde yönetim ortamı için, görsel mirasa dönüştürülmüş bir siyaset dersi. Devletin, kamu yönetiminin, ve bir insanlık uygarlığı ürünü olarak kentin varolma nedeninin yalın bir anlatımı: ‘iyi yönetim’. Ve aynı konunun tersten resmedildiği ‘kötü yönetim’.  Kenti yönetenler bu tablolarla çevrili bir mekânda görev yapmış, bu tablolardan yayılan düşünsel ve manevi etki altında.

İyi yönetim özlemi

İyi yönetilen kentin resminde ilk göze çarpan kavramlar düzen ve bireysellik. İkisi bir arada. Evler hoş bir kent dokusu içinde birbirlerine göre mimari farklılıklarını koruyarak sıralanıyor. Caddeler temiz. İyi giyimli yurttaşlar, atlarının üzerinde gezinen insanlar, düğünde dans eden özgür kadınlar, erkekler, balkonlarda çiçekler dikkat çekiyor.

Okulda bir öğretmen ve sıralarda uslu öğrenciler: eğitim huzur içinde. Dükkânlar ve kahveler müşteri dolu, zanaatkârlar üretmekle meşgul. Merkepleriyle yük taşıyan satıcılar, köyden getirdiği koyunları süren bir çoban. Geri planda bir inşaat devam ediyor, duvar ustaları çalışıyor. Kentin kapısından mallar giriyor ve çıkıyor; ithalat ve ihracat canlı. Surların dışında çiftçiler tarla sürüyor, hasat topluyor… İyi yönetilen kentte ekonomi tıkırında.

Kötü yönetim tablosunun ismi ise, cehennem de olabilirdi. Yıkıntı evler, döküntü yollar, kirli bir hava, yeşilliksiz bir çevre. Ticaret yok; silah üretimi dışında. Sokaklarda ve kırsal alanda şatafatlı giyimli askerler katliam, talan, yolsuzluk ve tecavüzle meşgul. Kadınlar baskı altında, erkekler zavallı. Terör ve işkence sahneleri ürkütücü. Düzen yok da, o nedenle mi bu güvensiz ortam var? Yoksa kurulu düzenin bir sonucu mu bu durum? Belli değil.

Bir uygarlık serüveni

Aristoteles’in ‘Politika’da yazdığı gibi “bir devlet yaşamı korumak amacıyla ortaya çıkar, ve iyi yaşam amacı doğrultusunda varlığını sürdürür”. Ressam Lorenzetti’nin çağdaşı Padualı Marsilius’un yorumu da aynı yönde: “İyi yaşam, devletin en mükemmel nihai hedefidir”. Böylece iyi yaşam, iyi kent, iyi devlet ve iyi yönetim kavramları bütünleşiyor.

Tabii, siyaset felsefesi bu konuyu hiçbir zaman terk etmedi eski zamanlardan beri. Machiavelli, Hobbes, Rousseau, Locke, Kant, Hegel, Marx, Engels, Arend, Keynes, Schumpeter, Habermas ve daha nice düşünürler ‘iyi yönetim’ modellerinin ve ütopya ile gerçek arasındaki dönüşümün, zaman ve mekâna hapis olmaksızın arayışında oldular.

Siyaset bilimi denetim mekanizmalarının zayıflığı ve kademesizliğinin, iyi yönetim ile kötüsü arasındaki farkın çok geç anlaşılması tehlikesini doğuracağına işaret diyor. Örneğin, etkin ve saydam bir denetim sistemine sahip olması, Venedik kent devletinin yüzyıllar süren başarı etkenleri arasında önemli bir yer tutar. Bu sadece dünya tarihinde sıkça rastlanan, bir hükümetin iktidarını istismar etmesi sorunuyla sınırlı değil. Borsalar, şirketler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve medya için de geçerli. İnsanlık uygarlığı özgürlük, saydamlık, hesap verebilirlik ve hukuk düzenini bir arada koruyan demokrasilerin arayışında Kral, ideoloji, dinsel dogma ve etnik saplantı baskılarından kaçabildiği ölçüde ilerleyerek. Fransız devrimi sonrasında 19. yüzyılda Avrupa’da yeşeren ulus-devletler, 20. yüzyılda ABD’nin yükselişi, Sovyet modeli devlet anlayışı, Batı’da sosyal devletin gelişmesi,

21. yüzyıla parasal birlik ile giren Avrupa Birliği projesi, küreselleşmenin dayattığı yeni devlet tanımlamaları, ekonomik refahın ve krizlerin tetiklediği umut ve korkular, bilgi toplumu ile değişen insan coğrafyası… Dünya gezegenin sakinleri iyi yaşamın peşinde iyi yönetimi aramaya devam ediyor.

Yurttaşını yöneten hükümetlerden, yurttaşının hizmetkarı olarak devleti yöneten hükümetlere geçiş her ülkede eşzamanlı ilerlemiyor. Geleceğin iyi yönetim tablosunun ressamları ellerinde fırça yerine oy pusulaları olan seçmenler.