“Mahalle baskısı” nedir? İlk ne zaman, kim ve hangi konuda dile getirmiştir? İletişim biliminde “mahalle baskısı”na karşılık gelen kuram ya da kuramlar hangileridir? Kamuoyunda nelerin rahatça söylenebileceğine karar vermede medyanın payına ne düşer?

İletişim biliminde Noella-Neumann’ın, “Suskunluk Sarmalı” ya da “Sessizlik Sarmalı” adıyla Türkçe’ye çevrilen kamuoyu kuramı; bir yönüyle, medyanın kamuoyu üzerinde “uyum sağlama” etkisine sahip olduğunu ifade eder. Son yıllarda medya gündeminde sıkça tartışılan “mahalle baskısı” kavramı da aslında bir tür “uyum” meselesine karşılık gelir. İletişim biliminde “mahalle baskısı”nı açıklamada ilk akla gelen kuram, Suskunluk Sarmalı’dır. Ancak kimi başka açıklama ya da kavramlar da “uyum” konusuna odaklanır.

MAHALLE BASKISI’NIN KÖKENİ

“Mahalle baskısı” kavramı ilk kez, Prof. Dr. Şerif Mardin’in gazeteci Ruşen Çakır’a verdiği röportajla gündeme gelmiştir. Vatan Kitap‘ta 15 Mayıs 2007 günü yayımlanan ve “Kemalistlerle aynı noktaya gelmekten rahatsızlık duymam”başlıklı röportajda Mardin, “İslamcılığın demokrasiyle bağdaşıp bağdaşmayacağı” konusundaki soru üzerine şunları söyler:

Türkiye‘de ‘mahalle baskısı’ diye bir şey var. Jön Türkler’in en çok korktuğu şeylerden biri buydu. ‘Mahalle baskısı’ bilinmeyen ve sosyal bilimce ifade edilmesi çok zor olan bir havadır. Bu havanın AKP’den bağımsız olarak Türkiye‘de yaşandığına inanıyorum. Dolayısıyla, bu havanın gelişmesine müsait şartlar olursa o zaman AKP de bu havaya boyun eğmek zorunda kalacaktır”.

Mardin daha sonra İran’da ortaya çıkan Ahmedinejat’ın devam ettirdiği sistemi örnek göstererek, AKP’nin de “hava” gelişirse, ona biat etmek zorunda kalabileceğini ifade eder.

Bu röportajdan sonra medyada tartışılmaya başlanan kavram, türbanın üniversitelerde serbest kalmasına ilişkin tartışmalarda yeniden alevlenir. Türban serbest bırakılırsa, bunun diğer öğrenciler üzerinde “mahalle baskısı” yaratacağı ve başı açık olan öğrencilerin bu baskı karşısında başlarını kapatmak zorunda kalacakları dile getirilir. Ancak bu görüşe karşı çıkanlar da başı açık olanların aynı baskıyı uyguladıklarını seslendirir. Ardından da medyada çıkan toplumsal baskı, çevre ya da komşu unsurundan söz edilen her türlü haber “mahalle baskısı” kavramıyla çerçevelenmeye başlanır.

“SÜREDEN AYRILANI KURT KAPAR”

Medyanın insanlar üzerindeki etkilerini konu alan iletişim bilimindeki pekçok yaklaşımdan birisi olan Suskunluk Sarmalı, kamuoyundaki hakim görüşlerin nedenlerini sorgular. 1973 yılında Elisabeth Noelle-Neumann tarafından ortaya atılan kuram, “mahalle baskısı” kavramıyla ilişkilendirilebilecek bir noktaya ışık tutar.

Suskunluk Sarmalı’na göre tartışmalı bir sorun karşısında insanlar, kamuoyunun dağılımıyla ilgili izlenimlere bakar. Azınlıkta ya da çoğunlukta olup olmadıklarını anladıktan sonra, eğer azınlıktaysalar konu hakkında sessiz kalmayı tercih ederler. Kamuoyunun değişip değişmediğini de takip eden insanlar, eğer kamuoyunun kendilerinden farklı yönde değiştiğini hissederlerse yine sorun hakkında sessiz kalırlar. Onlar daha çok sessiz kaldıkça, diğer insanlar belirli bir görüşün temsil edilmediğini daha çok hisseder ve aynı görüşteki diğer insanlar da sessiz kalarak sessiz kitleyi büyütürler.

Öte yandan insanların kamuoyundaki hakim ya da normal düşünceleri öğrenebilmelerinin iki yolu vardır: Ya çevrelerinden, arkadaşlarından yani diğer insanlardan öğrenmek ya da kitle iletişim araçlarını yani medyayı takip etmek. Birey önce çevresine bakar, sonra da medya içeriklerinden etkilenir.

Bu noktada ayrıca “çevre” mi daha etkilidir, yoksa “medya” mı diye sorulursa; kesin bir genellemeye gitmenin doğru olamayacağını belirtmekle birlikte, yüz yüze iletişiminin kitle iletişiminden daha etkili olduğu söylenebilir. Seçim kampanyaları açısından da seçmeni ikna etmede yüz yüze iletişimin medya kullanımından daha etkili olduğu şüphesizdir.

KAMUOYU ANKETLERİ

Medyanın Suskunluk Sarmalı sürecindeki etkisi üç şekilde açıklanabilir:Öncelikle, hangi düşüncelerin baskın olduğuyla ilgili izlenimleri şekillendirmede medya etkili görülür. İkinci olarak, hangi düşüncelerin çoğalmakta olduğuyla ilgili izlenimleri de medya şekillendirmektedir. Üçüncü olarak ise hangi düşüncelerin toplum önünde, o toplumdan soyutlanmadan söylenebileceğine ilişkin izlenimlerin yine medya aracılığıyla kazanıldığı ifade edilebilir.

Eğer “düşünce iklimi” kişinin düşüncesine karşı ise, o kişi sessiz kalır. Çünkü, Suskunluk Sarmalı kuramının varsayımlarına göre toplum, “sapkın” bireyleri yalnız bırakmakla tehdit eder. İnsanlar devamlı yalnızlık korkusuyla yaşar ve bu korku insanların her zaman “düşünce iklimini” anlamaya çalışmasına neden olur. Sonuçta da bu öngörüler, hangi düşüncelerin açıkça ya da serbestçe ya da gönül rahatlığıyla açıklanabileceğini ve hangilerinin dile getirmenin sakıncalı olabileceğini etkiler.

DİĞER YAKLAŞIMLAR

Suskunluk Sarmalı’nın en çok tartışma gündemine geldiği dönemler, genellikle siyasal seçimlerdir. Çünkü seçim dönemlerinde medyanın hangi konuların önemli ve öncelikli olduğuna ilişkin gündemi belirleme etkisinin şu ya da bu şekilde siyasal adaylara yönelik tutumları ve oy verme davranışını etkilemektedir. Gündem Belirleme Kuramı, gündeme gelmenin ya da bir konuyu gündeme getirmenin önemine işaret eder. Medyanın gündeme getirdiği konuları savunan siyasal adaylar, seçmenlerin gözünde daha önemli ve öncelikli kişiler haline gelir.

“Bant vagon”, “trene bindirme” ya da “herkes bunu yapıyor” adlarıyla bilinen propaganda teknikleri de aynı amaca hizmet eder. Herkesin yaptığı şeyi, diğerlerinin de yapmasını söyler. “Bakın etrafta herkes bu adaya oy veriyor, siz de oy verin, çoğunluğa katılın, yalnız kalmayın, azınlığa düşmeyin, yanlış yapmayın” mesajını verir.

Seçim dönemlerinde birbiri ardına gündeme gelen kamuoyu anketleri de bir anlamda kimin çoğunlukta ve kimin azınlıkta olduğunu gösterir. Propaganda teknikleri anlamında bu anket sonuçları, “trene bindirme” etkisine neden oldukları için eleştirilir ve “propaganda aracı olarak kullanıldıkları” ve aslında gerçeği yansıtmadıkları gibi görüşler ortaya atılır. Suskunluk Sarmalı Kuramı açısından da kamuoyu anketleri, “hangi partiye oy vereceğini söylemenin ya da çoğunluktaki partiye oy vermenin -normal- karşılanacağının anlaşılması” anlamındaki etkiye işaret eder.

NEYİN “NORMAL” OLDUĞUNU MEDYA SÖYLER

Bir başka iletişim bilimci David Weaver da “uyum sürecine gereksinim” ya da
“yönelim gereksinimi” adını verdiği yaklaşımda, kişilerin ilgi derecelerine bağlı olarak ihtiyaç duydukları bilgiye erişme ihtiyacı içine girdiklerini açıklar. Bilgi açığını gidermek için kullanılan başlıca araç medyadır. Çünkü bizim dışımızdaki dünyaya ilişkin algımızın şekillenmesinde medya, en temel belirleyicilerin başında gelir.

George Garbner da “Kültürleme Kuramı”nda televizyonun toplumun merkezi kültür kolu haline geldiğini ve toplumsal bilinçlenmenin şekillenmesinde başrolü oynadığını ifade eder. Kültürel ekme, medya sayesinde gerçekleşir.

Dolayısıyla medyanın etkilerine yönelik “uyum” odaklı tüm açıklamalarda, benzer görüşler bir şekilde buluşur. Medya, neyin “normal” ve neyin “anormal” olduğuna ilişkin algının oluşmasında bizlere rehberlik eder. “Rahatlıkla” neyin konuşulup neyin konuşulamayacağını medya söyler. Hangi davranışın toplumsal kabul görüp, hangisinin görmeyeceğine ilişkin izlenimlerin edinilmesinde de medya etkili bir araçtır.

“DEMİR TAVINDA DÖVÜLÜR”

“Mahalle baskısı” da benzer bir duruma işaret eder: Örneğin bir mahallede hangi kıyafetle dolaşmanın “normal” karşılanacağına ilişkin yazılı olmayan, sosyal bir anlaşma vardır. En genel şekilde ifade edilecek olursa kimi çevrelerde; örneğin muhafazakar bir mahallede, uzun saçlı bir erkek ya da mini etekli bir kadın “normal” karşılanmaz ve “öteki” olarak görülür. Aynı şekilde kimi çevrelerde de örneğin üst gelir grubuna hitap eden lüks bir lokantada yemek yemeye gelen şalvarlı bir erkek ya da kadının konumu aynıdır. “Öteki” oldukları ortamlarda bulunan bu kişilerin huzur içinde istedikleri şeyleri yapabildikleri söylenemez. Çünkü her sözün rahatça söylenebileceği, her kıyafetin rahatça giyilebileceği ya da her davranışın rahatça kabul görebileceği “ortam” farklıdır. Her “doğru”, her yerde söylenmez. Demir tavında dövülür. Vakitsiz öten horozun boynu koparılır. Sürüden ayrılanı kurt kapar…

Siyaset bilimcilerin “siyasal ortam” dedikleri kavram da aynı noktaya, farklı bir bakış açısı getirir. Bütün olaylar, ancak içinde bulunduğu “siyasal ortam” ile birlikte açıklandığında anlamlıdır. Geçmişte yaşanmış pek çok olayı, siyasal ortamı açıklamadan anlamak kolay değildir. Birinci Dünya Savaşı’nın şartları ile İkinci Dünya Savaşı’nın şartları aynı değildir. Bir ülkeyi işgal edip bunun kabul görmesi için konjonktürün (her türlü durumun ve şartın ortaya çıkardığı sonucun) uygun olması gerekir. Savaş ilan etmek için “geçerli” bahane ile birlikte diğer koşulların da hazır olması beklenir. Hatta askeri bir darbe bile ancak uygun bir ortam var olduğunda destek bulur.

MEDYA DA “MAHALLE BASKISI” YARATIR

Kitlesel iletişime olanak sağlayan medya ise “ortamı”, “şartları”, “havayı”, “atmosferi” ya da “iklimi” yaratmada en etkili araçların başında gelir. Hürriyet gazetesinin eski sahibi Erol Simavi’nin Emin Çölaşan’a verdiği bir röportajdaki sözlerini aktaralım.

Hürriyet gazetesinde 3 Mayıs 1988 günü yayınlanan röportajda Simavi, askeri darbe konusuna değinerek orduyu darbeye basının hazırladığını söyler. Simavi şöyle konuşur: “Dünyada basın için ‘beş büyük kuvvetten biri, dördüncü kuvvettir’ derler. Bu söz Türkiye için geçerli değildir. Hakimiyet, elbette kayıtsız şartsız milletindir. O başka. Ama birinci kuvvet Türkiye‘de ordu mu? Hayır. Basındır. İkincisi ordudur. Çünkü Orduyu ihtilallere basın hazırlar. Radyo ve televizyon hazırlayamaz. Bu iki organ hükümetin elindedir.”

Peki, medyayı “etkili bir güç” ya da kimi yorumlara göre “etkili bir silah” gibi gören bu düşünce karşısında korkmak gerekir mi?

Bu soru karşısında da “ekmek bıçağı” örneğini vermek isterim. Ekmek bıçağı, onu elinde tutan kişiye ve o kişinin niyetine göre “iyi” ya da “kötü” amaçlarla kullanılabilir. Bıçağı elinde tutan kişinin geçmişi, içinde yetiştiği ortam ve o anda çevresinde bulunup onu etkileyenler de bir şekilde bıçakla ne yapılacağının kararının verilmesinde etkilidir. Dolayısıyla yine “ortamın” etkisini yabana atmamak, ciddiye almak gerekir. Öte yandan neyin “iyi” ya da neyin “kötü” olduğuna ilişkin herkesin farklı bir yorumu vardır ve o anda belki de önemli olan bıçağı elinde tutanın neyi “doğru” görüp, neyi ya da neleri göremediğidir.

Sonuç olarak “mahalle baskısı” kavramını iki unsurla ilişkilendirmek mümkündür: Bunlardan birincisi “çevre” ve ikincisi de “medya”dır. İletişim bilimindeki birçok kuram ve kavram, çevrenin, kamuoyunun ya da toplumun şekillenmesinde medyanın farklı boyutlardaki etkilerini açıklar niteliktedir.